MANİSA'NIN ve EGE Bölgesi'nin Manevi komutanı, Yiğitbaşı Velî Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî (ö. 910 / 1505)
Giriş Tarihi: 30.5.2018 12:10 Güncelleme Tarihi: 30.5.2018 13:05
Vâhib-i Ümmî Hz nin Şeyhi: Yiğitbaşı Velî Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî (ö. 910 / 1505)
1. Bir Güneş Doğuyor
Osmanlı Devleti nin yükseliş döneminde Saruhan sancağının Akhisar kazâsına bağlı Marmara nâhiyesinde H. 839 / M. 1435 yılında dünyâya gelen Hz. Pîr in adı Ahmed, lakabı Şemseddin dir.
Marmaravî nisbesine alem olan Marmara kazâsı, Gölmarmara ve Marmaracık adıyla da bilinmektedir. Burası 1923 te bucak ve 1987 de de Manisa iline bağlı Gölmarmara adıyla ilçe olmuştur.
II ci Murat Han, Fatih Sultan Mehmet Han, II. Bayezid Han'ın Padişahlık dönemi, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman'ın Şehzadelik dönemleri olmak üzere Beş osmanlı Sultanını görmüştür, Yiğitbaşı Velî Makamını ise II. Bayezid Han'ın vermiştir.Fatih Sultan Mehmet’in oğlu ve Yavuz’un babası Sultan ikinci Beyazıt Veli zamanında İslam Ülkelerinde ve başta İstanbul olmak üzere Ülkemiz'de türeyen ve tarikat şeyhiyim diye halkı istismar ve manen iğfal eden bir takım sahte şeyhlerin hakiki durumlarını tesbit etmek üzere bu işin ehli alim mürşitler aranır ve Manisa’da ilmi derinliğiyle maruf ve tevazu sahibi, uzlet ehli Ahmet Şemsettin Marmaravi Efendi Hazretleri İstanbul’a bu çok önemli vazife için davet edilir. Sultan Beyazıt Veli’nin ricasıyla kurulan imtihan heyetine reis seçilir ve teker teker halkı istismar eden yabancı şeyhleri ve onlara icazet verenleri imtihana çeker. Sahtekarlıkları ortaya çıkanların tac ve hırkalarını üzerlerinden çıkarıtır ve bir gemi dolusu hırkayı denizine attırır. Bu hizmeti üzerine Sultan Beyazıt kendisine fevkalade hürmet ve iltifatta bulunarak “Velilerin Reisi Yiğitbaşı Veli” rütbesiyle taltif eder.Vâhib-i Ümmî Hz’nin Şeyhi: Yiğitbaşı Velî Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî (ö. 910 / 1505)Ahmed Şemseddîn Marmaravi...Ahmed Şemseddin, Manisa'da yetişen tasavvuf büyüklerinden. Halen yattığı yer Manisa il merkezinde Sultan Cami’nin güneyinde Saruhan Bey türbesinden yukarı çıkan 40 basamak yokuşunun sonunda sağda kendi ismiyle anılan Yiğitbaş sokağının başlangıcındaki (Yiğitbaşı Veli Camii) dergahın bahçesidir. Cenab-ı Hakk’ın her an yağan İlahi rahmetine açık olsun diye kabrine türbe yapılmasını istememiştir. Makamı, Başta Mısır olmak üzere, bir çok müslüman ülkelerinden, yerli ve meraklı yabancılar tarafında devamlı ziyaret edilmektedir. Halk arasında birçok kerameti anlatılmaktadır. Himmeti daim olsun. Mevla şefaatlerine nail eylesin. Amin..
Hayatı hakkında maalesef, eserlerin Manisa yangınından sonra yok olması sebebiyle fazla bilgi yoktur. Bilindiği kadarıyla Yiğitbaşı Veli Gölmarmara’da doğmuştur. Ahmed Şemseddin İlk ve orta tahsilini önce Gölmarmara’da, sonra Manisa’da tamamlamıştır. Bundan sonraki yüksek tahsilini Bursa’da zamanın meşhur Yıldırım Medresesi’nde ikmal ederek müderris diplomasıyla mezun olmuştur. Manisa’da uzun yıllar müderrislik yapan Ahmet Şemsettin Marmaravi, manevi ilimlerin zirvesi olan tasavvuf yoluna ise Halveti tarikatının Uşak vilayetindeki temsilcisi olan Alaaddin Uşşaki Hazretlerine imtisal ederek girmiştir.
AHMEDİYYE SİLSİLESİ
1— Seyit Yahya Şirvani 2— Pir Mehmet Erzincani 3— İbrahim Tacettin Kayseri 4— Kabaklı Alaattin Uşaki 5— Ahmet Şemsettin Marmaravi şeklindedir.
Fatih Sultan Mehmet’in Manisa medresesinde sınıf arkadaşı olduğu tahmin edilmektedir.
ŞEYHLERİN İMTİHANI
Ahmed Şemseddîn hazretleri Manisa'da hocasının isteği doğrultusunda talebeler yetiştirmekle meşgûl oldu. Ancak bu sırada Şâh İsmâil de, Ehl-i sünnet îtikâdını, müslümanların Peygamber efendimizden gelen doğru inancı yıkmak için harekete geçmişti. Bu gâye ile Anadolu'ya "dâî" adı verilen halîfeler göndermiş, sahte şeyhler eliyle bozuk ve yanlış tarikatler kurdurmuştu. Ayrıca Antalya'dan Bursa'ya kadar pek çok yerde isyanlar çıkartarak halkı silâh gücü ile de sindirmek istemişlerdi. Karışıklık had safhada idi. Öyle ki bu sahte şeyhler Osmanlı merkezine kadar sızdılar. İstanbul sahte şeyhlerle doldu ve halk kime inanacağını şaşırdı.
Velî pâdişâh İkinci Bayezîd Han sahte tarîkatlerin ayıklanarak kapatılmasını istedi. Böylece halkın yanlış inanışlara kapılıp Ehl-i sünnet îtikâdından uzaklaşmasına mâni olmak üzere harekete geçti. Kurulan bir mecliste şeyhlerin imtihana tâbi tutulmasını istedi. Bu düğümü çözmek için de Ahmed Şemseddîn hazretlerini Manisa'dan İstanbul'a dâvet etti.
Ahmed Şemseddîn hazretleri derhal bu ulvî görevi kabûl edip İstanbul'da Sultan Bâyezîd-i Velî hazretlerinin huzûruna çıktı ve Osmanlı Sultânının da hazır bulunduğu imtihan heyetine reislik etti.
O gün Ahmed Şemseddîn hazretlerinin tuttuğu şerîat süzgecinden hak ve doğru yolda bulunan şeyhler rahatlıkla geçerken sahteleri tutuldu. Bunlar mahcup ve perişan oldular. Tekkeleri kapatıldı ve yaptıkları işten men edildiler. Ahmed Şemseddîn hazretlerine, imtihan sırasında gösterdiği kemâl, dirâyet ve olgunluk sebebiyle "Yiğitbaşı" lakabı verildi. Pâdişâh çok hoşnut kaldığı ve takdir ettiği bu büyük velîyi hediyelerle taltîf etti. O ise bu hediyelerin tamamını fakirlere dağıttı. İstanbul'da kalması tekliflerine rağmen, tekrar Manisa'ya döndü. Bu hâdise dilden dile, şehirden şehire yayıldı. Sohbetine kavuşmak isteyenler Manisa'ya akın ettiler ve çevresinde geniş bir sohbet halkası meydana getirdiler.
Ahmed Şemseddîn hazretlerinin kerâmetleri Mısır'da Arab Molla nâmıyla tanınan bir zâta kadar ulaştı. Arab Molla, ilmiyle mağrur bir zâttı. Ahmed Şemseddîn'i imtihan etmek üzere Mısır'dan Manisa'ya geldi. Ahmed Şemseddîn hazretlerini çekemeyenler derhal Arab Molla'nın etrafında tâzim, hürmet ve îtibâr halkası meydana getirdiler. Ona, Yiğitbaşı Velî aleyhinde pek çok sözler söylediler. Bu hal, Arab Molla'nın nefsini ve gurûrunu okşadı. Onlara:
"Siz onu bana bırakın. Onun hakkından ben gelirim ve şeyhlik ne imiş ona gösteririm." dedi. Benlik dâvâsıyla mağrur Arab Molla, ertesi gün Yiğitbaşı Velî'nin dergâhına geldi. Dergahın bahçesinden içeri girmek üzereyken kapıda iki derviş kendisini karşıladı ve; "Ey Molla! Şeyh hazretleri dergahında sizi bekliyor." dediler. Arap Molla geleceğinden hiç bahsetmemiş ve bu dervişlerle de daha önce karşılaşmamıştı. Şaşırdı ve dayanamayıp sordu:
"Ey Canlar! Yanlışlık olmasın. Siz kimi karşılarsınız. Ben ziyâret edeceğimi bildirmemiştim." Dervişler tatlı tatlı gülümseyerek sordular: "Mısır'dan gelen Arab Molla siz değil misiniz?" Molla daha büyük bir şaşkınlıkla; "Evet." diyebildi ve dervişlerin îkazıyla dergâhtan içeri girerek kendisini bekleyen Şeyh hazretlerinin huzûruna vardı.
Yiğitbaşı hazretleri birkaç talebesiyle sohbet etmekte, onlara İslâmiyetin güzel ahlâkından bahsetmekteydi. Molla Arab'ın oturması ile sözüne devam etti:
"Ey dostlarım kibirden sakınınız. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennet'e giremez." buyurdu. Kibir, Allah'ın kullarına hakâret, aşağılık gözü ile bakmaktır. Kendini herkesten üstün görmektir. Ebû Hâşim Sûfi hazretleri; "Dağı iğne ile kazıp yerinden yok etmek, kalpden kibri söküp atmaktan daha kolaydır." demektedir."
Bunca nasîhata rağmen Arab Molla'nın hâlâ inkâr çukurunda olan nefsi, Yiğitbaşı ile yarışmak ister. Onun bir müddet duraklamasını fırsat bilerek gururlu bir edâ ile ve kelimelerin üzerine basa basa:
"Ey Şeyh, sizin erbaîninizi, çile çekmenizi, nefsinizi yola getirmekteki gayretinizi çok medhettiler. Birlikte erbaîne, çile çekmeye girsek ne dersiniz?" diye sordu. Ahmed Şemseddîn hazretleri tebessüm ederek:
"Hay hay!.. Biz misafirimizi kırmayız." buyurdu.
Arab Molla:
"Ancak benim bir şartım var. Yemek içmek serbest, fakat dışarıya çıkmak ve ihtiyâcınızı görmek yasak olacaktır." diye ekledi. Şeyh hazretleri:
"Kabul. Her şartınızı kabul ediyorum." deyince, birlikte bir hücreye girdiler. Yiğitbaşı hazretleri talebelerine kendisine kuzu dolması getirilmesini ve misafirine de ne isterse verilmesini istedi. Ancak Arab Molla sadece birkaç zeytin ile iktifâ etti. Şeyhin kuzu dolmasını yemesini seyrediyor ve biraz sonra dayanamaz dışarı çıkar diyerek için için gülüyordu. Ancak zamânın su gibi geçmesine, Şeyh hazretlerinin nefis, leziz yiyecekleri birbiri ardısıra bitirmesine rağmen, Molla'nın beklediği an bir türlü gelmedi: Bir, iki, üç ve nihayet dördüncü gün o nefis yiyecekleri yiyen sanki Şeyh hazretleri değil de oymuş. Kendisini nasıl dışarıya atacağını bilemedi. İhtiyâcını gördükten sonra dışarıda kendisini bekleyen dervişlere; "Yahu! Ben iki üç zeytin tanesiyle dayanamadım. Bu zat bunca yemeği nasıl yiyor ve nasıl duruyor?" diye söylendi. Dervişler ise şu cevâbı verdiler:
"Bu, mollalıkla şeyhlik arasındaki farktır."
Arab Molla hatasını anlamıştı. Derhal Yiğitbaşı hazretlerinin ellerine sarılarak affedilmesini diledi ve; "Ey zamânın Yûsuf'u, sen Mısır'a sultan olmuşsun. Bu günâhkârı da bendelerin arasına kabul et" dedi. Tövbe ve istiğfâr ettikten sonra talebeliğe kabûl edilen Molla Arab, Ahmed Şemseddîn hazretlerinin en büyük halîfelerinden oldu.
Ahmed Şemseddîn hazretleri arkasında yüzlerce talebe ve sekiz cilt eser bırakarak 1504 (H.910) yılında sonsuzluk âlemine göçtü. Yetiştirdiği halîfelerin herbiri evliyâlık makâmına erdi. Ahmediyye kolundan ayrı ayrı şubeler ortaya çıktı. Bunlar Ramazaniyye, Sinâniyye, Cerrâhiyye, Uşşâkiyye ve Mısriyye adları ile aynı kaynaktan fışkıran feyz menbâları oldu. "Tevhîd Risâlesi, Câmi-ül-Esrar, Ravdatü'l-Vâsilîn, Mukaddimetu's-Sâliha, Keşfu'l-Esrâr ve A'mâlü't-Tâlibîn" belli başlı eserleridir.
Ahmed Şemseddîn hazretlerinin türbesi Manisa'da Seyyid Hoca mahallesindedir. Zamanla yıkılan ve kaybolmak üzere bulunan dergahının yerine Yiğitbaşı vakfı tarafından adına bir mescid inşâ ettirilmiştir.
YEDİ DAL
Ahmed Şemseddîn Marmaravî hazretleri bir sohbetlerinde talebelerine; "İyi dinleyiniz!" dedikten sonra şu nasihatte bulundu.
"İnsanın kalbinde bir hevâ ağacı bitmiştir ki yedi dalı vardır. Her dal bir tarafa yönelir. Birincisi göze, ikincisi dile, üçüncüsü kalbe, dördüncüsü nefse, beşincisi ebnâ-i cinse (diğer insanlara), altıncısı dünyâya, yedincisi âhiretedir. Her dalın bir çeşit meyvesi vardır. Göze yönelen dalın meyvesi harama bakmaktır. Dile yöneleninki, başkasının ayıp ve kötülüklerini söylemek, gıybet etmektir. Kalbe yöneleninki, başkalarına kin ve düşmanlık etmektir. Nefse yöneleninki, şüpheli şeyler ile, haram ve mekruhları işlemektir. İnsanlara yöneleninki, onlardan üstün olmak, onları hor ve hakîr tutmak, aşağı görmektir. Dünyâya yöneleninki, uzun emel sâhibi olmak, aş, iş, mal ve makam hırsı ile dolu olmaktır. Âhirete yönelen dal ise, üzüntü ve pişmanlıktır. İnsanda hevânın, arzu ve isteklerin kökü bâkidir, kalıcıdır. Elbette devamlı tâze dallar verir. Ancak Allahü teâlânın emirleri yerine getirilir, yasaklarından sakınılırsa hevâ ağacı kalpten sökülüp atılır. Kötü huyları, ahlâkları gidip, güzel huylar ile süslenir. Bu ise bir rehberin yol göstermesi ile mümkün olur."
Yiğitbaşı Veli-Ahmed Şemseddin-i Marmaravi
Eserlerinin tamamını Türkçe kaleme alan Yiğitbaşı Velî Ahmet Şemseddîn-i Marmaravî (1435/1505) saâdet ve şakâvet, rü'yet, mûcize, kerâmet, Allâh'ın varlığı ve birliği gibi daha ziyâde akâid ve Kelâm'a ilişkin konularda tâvizsiz bir ehl-i sünnet mensûbu; zikir, irşad, mürid, mürşid, tarîkat âdâbı, nefs ve terbiyesi, rüyâ ve tâbirleri gibi tasavvufun daha ziyâde uygulamaya yönelik amelî konularında Halvetî; ricâlü'l-gayb, aşk ve muhabbet, Allâh'ın zâtı, isimleri ve sıfatları, hakîkat-i Muhammediyye, varlık ve mertebeleri gibi tasavvufu düşüncesinin ilgi alanına giren temel konularda ise iyi bir İbn Arabî tâkipçisidir.(Önsöz'den)
YORUMLAR