Giriş Tarihi: 19.10.2016 15:55 Güncelleme tarihi: 19.10.2016 17:19
Editörün seçtiği köşe yazılarından...
Obama'nın ABD'si PKK/ PYD terörist oluşumu ile iyi geçinmeyi, Türkiye ile dostluğa yeğ tutuyor. Musul harekâtı dolayısıyla bu tablo daha iyi ortaya çıkmadı mı?
Bu konudaki kuşkular Amerikan yayın organlarında da yer almaya başladı. Son olarak "The American Interest" dergisine göre Obama'nın tutarsız politikası nedeni ile Rusya Ortadoğu siyasetinde önemli bir rol oynamaya başlamış. Dergiye göre Türkiye ile Rusya'nın yeniden kurulan ilişkileri sadece Washington'un değil, aynı zamanda NATO'nun da bir problemi olmakta. Yazıda Rusya'nın NATO'ya ciddi bir yara verdiği ve Türkiye'nin Batı'ya özellikle de ABD'ye yabancılaştığı belirtildi.
Bu derginin Türk-Rus ilişkilerindeki gelişmeleri abartarak değerlendirdiğini söyleyebiliriz.
Yani Ankara ile Moskova'nın yakınlaşması, Türkiye'nin NATO'dan uzaklaşması anlamına gelmiyor. Ancak özellikle dış politikada beceriksizlikler sergileyen Obama'nın Irak'ı ve Suriye'yi sürüklediği trajik durumlar, Türkiye'ye de dış kaynaklı terör biçiminde yansımadı mı? Ya da sayıları 3 milyonu geçen Iraklı ve Suriyeli sığınmacıların çaresizliklerinde Obama'nın hiç mi sorumluluğu yok?
Tabii bir de Obama yönetiminin "Hukuk" gerekçesi ile Fethullah Gülen'e sahip çıkması sorunsalı var. Bu konuya değinen Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki gün şöyle demişti:
"- Terör örgütlerini koruyan bir hukuk sistemi olabilir mi? Bir teröriste 'green card' verilir mi ya. 'Green card' ile beyler gibi ABD'de yaşıyor. Siz kimi kandırıyorsunuz.
El Kaide ABD'de terör eylemi yaptığında da ABD'de aynı hukuk yok muydu? ABD onca operasyonu neye dayanarak yaptı? Pakistan'da, Afganistan'da Usame Bin Ladin'i vurduğunda hangi hukuk sistemine dayanarak vurdu?" Evet... Ya Obama gerçekten FETÖ'nün Beyaz Saray imamı ise...Mehmet Barlas/Sabah
- 2
- 20
- Editörün seçtiği köşe yazılarından...
IŞİD Musul'a geldiğinde Irak ordusu kentten kaçarak ayrılmıştı, onların bıraktığı silahların üzerine oturan terör örgütüne Musul adeta sunuldu. 29 Haziran 2014'te IŞİD burada halifelik ilan etti. Örgütün çıkış noktasının da burası olduğunu hatırlamak gerek. Özellikle Nuri el Maliki döneminin politikaları Sünniler üzerinde büyük baskı oluşturup IŞİD'in güçlenmesinde etkili oldu. O nedenle örgütün kentte hâlâ ne kadar desteğinin olduğunu kestirmek güç. Bölgeyi iyi bilen terör uzmanları bu operasyonun muhakkak IŞİD'in çekilmesiyle sonuçlanacağını söylüyorlar ama bu ne kadar zamanda ve ne kadar kayıpla olur, henüz bilmiyoruz...
Gelelim Türkiye'nin kaygılarının sebeplerine:
1- Musul'un batısında yer alan Sincar'da PKK'nın de facto olarak idareyi ele geçirmiş olması. PKK Kandil'den Akdeniz'e kadar bir koridor yaratmak istiyor ve bu amaçla Musul ve Telafer operasyonunda yer almayı hedefliyor. Suriye'deki PYD ve Kandil arasında bir geçiş üssü istiyor.
2- Oluşabilecek güç boşluklarının Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik olarak olumsuzluk oluşturması. Bu boşluklar terör örgütlerinin ve İran'ın nüfuz alanının Ortadoğu'nun dengelerini bozacak şekilde büyümesine sebep olabilir.
3- Musul'da etnik ve mezhepsel temelli kırılmalar yaşanması. Bu kaygıyla Türkiye Şii milis gücü Haşdi Şaabi'nin operasyona katılmasına karşı çıkıyor, zira bu gücün kontrol ettiği Diyala ve Tikrit gibi Sünni kentlerde ciddi insan hakları ihlalleri yaşandığı BM raporları tarafından tespit edilmiş durumda. Dün Abdülkadir Selvi Hürriyet'te Felluce'deki Sünni katliamından sorumlu olan, Haşdi Şaabi'nin komutanlarından Ebu Mehdi el Mühendisi'nin bölgeye geldiğini yazıyordu.
Nagehan Alçı/Milliyet
- 3
- 20
- Editörün seçtiği köşe yazılarından...
Buna benzer bir olay daha yaşamıştık, ikibinlerde. "Aşk-ı Memnu" dizisi yayınlanıyordu... Yenisi. Merhum Halit Refiğ'in çektiği ve şimdi seyredince meğerse ne berbat bir eser olduğu görülen o eskisi değil. Orada Müjde Ar ilk şöhretini kazanmıştı hani, 1975.
Bu da bize Kıvanç Tatlıtuğ ile Beren Saat'i hediye etmişti. Romanının yayın tarihi de 1895.
1985 değil, 1895... Yüz yirmi bir yıl önce. Hatta romandan da o ilk televizyon "versiyonundan" da haberi olmayanlara uyuzluk olsun diye "Bihter intihar edecek" yazmıştım da bazı Internet siteleri çok bozulmuşlardı, "dizinin sonunu açık etti" diye!
İşte olay o günlerde geçiyor. Gene çok değerli, genç ve güzel iki hanım, Aydın Doğan'ın birbirinden çarçur ve molozkitaplar sattığı o ünlü dükkânlarından birine girmişler... Belki cep telefonlarına kılıf alacaklar, belki kablo...
Rafta, nasıl olduysa, Aşkı-ı Memnu'yu görmüşler. Biri ötekine dönmüş, demiş ki, "ay baak, hemen romanını da yazmışlar kıız!" Olay gerçektir, biz uydurmadık. Tanıkları var.
Oluyor efendim böyle şeyler. Doksanlı yıllarda bir manken kızımız "kültürlü olmak için kitap okumak gerektiğine inanmıyorum" demişti!
Rahmetli haminnemin okuması yazması yoktu, tam televizyon sunucusu olacak kadınmış, ama o zamanlar Türkiye'de televizyon var mıydı kıız?
Yoktu. Kitap okuyorduk biz de. Bir soru daha sorayım öyleyse bunlara: Acaba Dostoyevski o ünlü "Budala" romanında hangi muhalif politikacımızı anlatıyor olabilir? Evet, doğru bildiniz bu sefer.Engin Ardıç/Sabah
- 4
- 20
- Editörün seçtiği köşe yazılarından...
ABD'nin silahlı Kürt grupları terk etmesi halinde hemen onlara sahip çıkmaya hazır Rusya, Türkiye'nin Musul'a yönelik politikaları üzerinden İran-Türkiye gerilimini de diri tutuyor. Kısaca Rusya, her iki ülkede de merkezi yönetimlerin İran'a yakın profilde olmalarını, ancak İran'a bakmaları yerine esasen Rusya'ya bakar hale gelmelerini garanti etmeye çalışıyor. ABD ise, bir yandan tıpkı Rusya gibi Sünni-Arap ağırlığın gelecekteki siyasi kompozisyonda az yer tutmalarını tercih ediyor; ancak bunu söz konusu grupların etkisini daraltacak olan Kürtlerden bekliyor. Silahlı Kürt grupların bu denli açık biçimde desteklenmesi, İran açısından da endişe verici; Rusya da İran'ın endişelenmesinden hiç rahatsız değil.
DEAŞ gerçekten bitirilmek isteniyor ise ve bu süreç Irak ile Suriye merkezi yönetimleri, İran destekleri ve ABD ile Rusya'nın havadan denetimleriyle olabilecek idiyse, ne demeye Türkiye'nin alana girmesi ve ÖSO'yu kurup savaşa katılması bu kadar teşvik edildi? Benzer biçimde, neden Başika kampı, DEAŞ'la etkin mücadele yapılacağı sırada sorun oluyor da, iki yıldır terör örgütü Musul'a yerleşirken konu edilmiyordu?Türkiye, ÖSO ya da Peşmergelerle nereye yönelse, birileri "dur orada" çıkışı yapıyor. Türkiye'nin hem gitmesi hem durması yönünde baskı altında tutulması, ABD'nin bazı istekleri ile ilgili. ABD, Türkiye'nin Suriye'de DEAŞ'la mücadele eden Kürt gruplarla, Irak'ta ise Şiilerin çoğunlukta olduğu askeri-yarı askeri güçlerle işbirliği yapmasını bekliyor. Suriye'nin bölünme ya da bir Kürdistan bölgesi oluşması ihtimali olmasa, ayrıca Irak ve Suriye'nin önemli kentlerinde mezhepsel dengelerin bozularak Şii etkisinin, yani bir biçimde İran etkisinin artma ihtimali bulunmasa Türkiye ABD'nin tüm beklentilerine uygun bir pozisyon almaktan katiyen imtina etmezdi.
DEAŞ'a karşı zafer kazanarak seçmene gitmek için acelesi olan ABD, hızlı sonuç almak için alanda Türkiye'den daha yaygın biçimde var olan kuvvetlerle iş görmeye çalışıyor; hele DEAŞ'ı dar bir alana hapsedelim, yeniden yapılanmada Türkiye'yi de masaya alırız diyor. Mesele, Türkiye'nin masada yer almasında değil; endişelerinin politikaya dönüşmesini sağlamasında. Bunun için de alanda elini güçlü tutmaya uğraşıyor. Dolayısıyla hem ilerleyip hem durma, esasen diplomatik bir pazarlık aracı olarak kullanıyor.
Beril Dedeoğlu/Star
- 5
- 20
- Editörün seçtiği köşe yazılarından...
Dün ajansta "Irak'ta protesto" başlıklı bir haber gördüm. Haberin fotoğrafında da ellerinde Irak bayrağı ve dövizler taşıyan sarıklı cübbeli adamlar vardı. Dövizlerde ne yazıldığına bakmak için resmi büyüttüm. Üzerlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın resminin de bulunduğu kartonlarda "Osmanlı işgali sona erdi" yazıyordu. Evet, meğer bu Molla kılıklı adamlar, düne kadar Iraklı Müslümanlara "Kahrolsun ABD" sloganını "satan" Şii lider Mukteda Es Sadr'ın taraftarlarıymış.
Hani şu Irak'ın son işgalinde kimilerinin "direniş kahramanı" diye cilaladığı, Hollywood'a konu olan Sadr var ya ondan bahsediyorum işte.
Garipliğe bakar mısınız? Kimi Müslümanları "yeterli görmediği" için "gâvur" ilan edecek kadar radikal bu adamlar şimdi tutmuşlar Türkiye, "Gâvur Amerikan'ının" Musul operasyonuna halel getirmesin diye sokağa çıkıyorlar.
Yani açık açık "Türkiye yardım edeceğine, ABD postalı girsin" diyorlar "...ülkemize." Dış politikayı takip etmeyen okur için bir not ekleyeyim. Yukarıda bahsettiğim şahsın en büyük hayali "bir fırsatını bulunca" şeriat ilan edip "İslam'a hizmet etmekmiş" ülkesinde. Eeee 15 Temmuz'dan sonra iyice anladık ki kendine her Müslümanım diyenin "hizmet"anlayışı aynı olmuyor. Şaşırmamak lazım.Melih Altınok/Sabah
- 6
- Editörün seçtiği köşe yazılarından...
Bildiklerim var ve sormak istiyorum. FETÖ'nün kanun dışı dinleme tapelerinin dağıtımını kim organize etti ve bu operasyon kimler üzerinden gerçekleşti? Kemal Kılıçdaroğlu'nun da bu konuda ayrıntılı bilgisi olduğunu biliyorum! Devam ediyorum…
Eski CHP İstanbul Milletvekili Faik Tunay, Pensilvanya'ya kaç kere gitti? O ziyaretleri sırasındaFetullah Gülen'le neler konuştu? Kemal Bey, FETÖ'nün Abant Toplantılarının açılışını yapan Prof. Dr. İştar Gözaydın'a bile bile neden o kadar destek verdi? Niçin O'nu önce milletvekili, sonuç alamayınca da PM üyesi yapmak istedi? Neden kendi anahtar listesine aldı?
Biliyorsunuz, Günaydın'ın bölüm başkanlığını yaptığı üniversite, FETÖ'cü olduğu gerekçesiyle kapatıldı. Hangi birini sayalım? Kılıçdaroğlu ile aynı aşiretten olan CHP İzmir eski İl Başkanı Ali Engin'in,"Onları kutluyorum, hizmet için çalışıyorlar" diye yaptığı FETÖ güzellemelerini mi? YoksaBağcılar Belediye Başkan Adayı Muhamed Çakmak'ın "Fetullah Hoca, kimsenin görmezlikten gelemeyeceği bir bilge adamdır" sözlerini mi? Ya da Uşak ve Bursa olmak üzere CHPlistelerindeki FETÖ'cü isimleri mi? Hatta vaktiyle CHP adayı olup tutuklananları mı?
Bakın, bugün CHP içinde bulunan ve basında yer alıp, deşifre olmuş isimleri hiç saymıyorum. Onlar zaten biliniyor. Yazılıyor ve çiziliyor. Deniz Baykal nasıl gitti, o operasyonun arkasında kimler vardı, neden yerine Kılıçdaroğlu geldi, gibi konuları da hiç tartışmak istemiyorum. Merak ettiğim tek soru, Kemal Bey'in bu isimlere neden paratoner olduğu ve kol kanat gerdiği! Sebep ne? Neden, neden; neden? Kemal Bey bir açıklama yapsa da biz de öğrensek! Ve bugün, FETÖ konusunda sağı solu suçlayan CHP'lileri ise, kendi içlerine ve partinin üst kademelerine bakmaya davet ediyorum.
Emin Pazarcı/Akşam
- 7
Bu yüzden, bizim için 'dışarısı' sayılmayacak kadar kadim bağlarımızın olduğu Irak ve Suriye, içerdeyse FETÖ, PKK, DAEŞ, DHKP-C gibi ayrı isimlerle karşımıza çıkan 'cephe'lerdeki bekâ mücadelesinde vatan safında yer aldığını ve alacağını ilan ediyor.
15 Temmuz'a kadar 'FETÖ'nin kasetçaları' olan Kılıçdaroğlu ise, özellikle ABD Büyükelçisi Bass ile görüşmesinden bu yana her ağzını açtığında ya FETÖ'nün 'mağduriyeti'ni dile getiriyor ya da HDP'nin meşrulaştırıcısı olarak Bahçeli'nin deyimiyle 'PKK'nın simkartı' olmayı sürdürüyor.
Rejimi kurduğunu söylemekle övünen partinin yeri, tüm rejim düşmanlarının yanı mı olmalıydı? Bahçeli, işte bunu yüksek sesle sorgulattığı için CHP'nin hedef tahtasına oturtuluyor. Her hafta ayrı bir Ak Partili siyasetçi PKK tarafından katledilirken, Kılıçdaroğlu'nun HDP'ye karşı açık bir eleştirisini görmek mümkün değil. Lâkin Kılıçdaroğlu, sırf Başkanlık tartışmasını millete taşımayı teklif ettiği için Bahçeli'yi hain ilan edecek kıvama gelmiş durumda! Bu denklemden CHP'nin galip çıkması imkânsız.
Başkanlık sistemi, Ekim 2007 referandumunda halk Cumhurbaşkanı'nı kendisinin seçmesi gerektiğine %69'la onay verdiğinden beri teoride tartışılan, Erdoğan Ağustos 2014'te halk tarafından Cumhurbaşkanı seçildiğinden bu yana da pratikte karşılığını gördüğümüz, darbe sonrasında fiilen uygulanan bir sistem.
Parlamenter sistemi desteklemesine rağmen Bahçeli, dünkü grup konuşmasında, "Bu iş rejim krizine dönüşmeden fiili durum hukuki boyut kazansın ve kazanarak Türkiye derin bir nefes alsın. Biz millete gitmekten korkmayız" dedi. Siz ne diyorsunuz Kılıçdaroğlu, adında 'halk' olan partinin lideri olarak milletten korkmaya devam mı?..Hilal Kaplan/Sabah
Musul operasyonunda dışarıda bırakılmaya çalışılan Türkiye'nin ise sınırlarının ötesinde olup bitene ilgisiz kalması düşünülemez. Birileri gelip komşu ülkelerin siyasi yapılarıyla, şehirlerinin dokusuyla hoyrat bir şekilde oynayıp o ülkelerdeki hayatın doğal akışını bozduğunda bunun bedelini ödeyen ülkelerden biri de Türkiye oluyor. ABD'nin bazı müttefikleriyle birlikte 2003 yılında Irak'ı uluslararası hukukun bütün kurallarını ihlal ederek ve yalanlar üzerine işgalinin bütün bölgeyi nasıl bir istikrarsızlığa sürüklediği ortada.
Bu işgalin sonucunda Irak'ın sürüklendiği etnik ve mezhepsel çatışmaların sonucunda bölgede tırmanan radikalizm ve terörden en fazla etkilenen ülkelerin başında Türkiye geliyor. Amerikan işgalinin doğrudan sonucu olarak ortaya çıkan DAEŞ ve dolaylı sonucu olarak bölgede oluşan otorite boşluğunu kullanan PKK Türkiye'de sayısız kanlı eylem gerçekleştirdi. Bu örgütlere karşı mücadele eden Türkiye'nin bu mücadeleyi sadece kendi topraklarında sürdürmesinin başarı şansı olabilir mi?
Birileri Irak ve Suriye'yi yerle bir edip Musul ve Halep'teki hayatı söndürürken bu şehirlere 50-100 km uzaklıkta olan Türkiye'nin istikrar ve güven içerisinde yaşaması mümkün mü? Her iki ülkeden de değişik zamanlarda yaşanan çatışma ve savaşlar yüzünden milyonlarca mülteci Türkiye'ye sığınırken, Ankara'nın bu ülkelerdeki gelişmelere duyarsız kalması ne kadar mümkün olabilir? 60'tan fazla ülke DAEŞ'e karşı mücadele bahanesiyle Irak ve Suriye'de cirit atarken, Türkiye onları seyredip yaşanan gelişmelerin sonuçlarına katlanmayı tercih edebilir mi?
Avrupa Birliği'nin Güvenlik Komiseri Julian King dün yaptığı bir açıklamada "Musul şehrinin koalisyon güçleri tarafından ele geçirilmesi sonrasında şiddet eğilimli DAEŞ savaşçılarının Avrupa'ya geri dönmesinden" duyduğu endişeyi dile getirdi. Avrupalılar Musul operasyonu konusunda bu kadar kendi çıkarlarına odaklanmışken, Ankara'nın sadece Türkiye değil bütün bölge açısından çok olumsuz sonuçlar doğrulabilecek yanlışlar konusunda uyarılarda bulunması neden bazı kesimler tarafından anlaşılmıyor?
Türkiye, açık bir şekilde Musul operasyonunun insani sonuçları konusunda uyarılarda bulunuyor. Şehrin demografik yapısıyla oynanmamasını ve kitlesel mülteci akınına yol açacak tavırlardan uzak durulmasını tavsiye ediyor. Çünkü bu hassasiyetlere dikkat edilmemesinin bedelini en fazla ödeyen ülke Türkiye oluyor. Dünyada en fazla sığınmacı barındıran ülke olarak kapasitesinin sınırına dayanmış olan Türkiye'nin bölgede yeni sığınmacı dalgasına yol açabilecek politikalara karşı çıkması çok doğaldır. Aynı şekilde, Irak ve Suriye'deki istikrarsızlıktan beslenen PKK ve DAEŞ terör örgütlerine karşı mücadele eden Türkiye, bölgede izlenecek zorlama politikalarla bu örgütlerin daha rahat besleneceği şartların hazırlanmasına da karşı çıkıyor. Ankara'nın Musul'a yönelik ilgisini ve DAEŞ'in bu şehirdeki varlığına karşı yapılan operasyon konusundaki uyarılarını bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Prof.Kemal İnat/Türkiye
Dünya, bu rüyadan çabuk uyandı. ABD'nin, Soğuk Savaş sonrasında dünyanın tek hâkimi olmak için oluşturduğu hegemonya senaryosu ifşa oldu. O günden bugüne küresel siyaset giderek sertleşti. Silahlanma yarışı başladı. İnsanların, malların ve fikirlerin dolaşımına tarihte hiç olmadığı kadar engel olunmaya çalışıldı. İnsan hakkı kavramı sadece Batılı ülkelerin vatandaşlarına ait bir imtiyazmış gibi ele alınır oldu.
Çevreci politikalar, büyümeye çalışan, kendi kabuklarını kırmaya çalışan ülkelerin gelişmesine ket vurmak için kullanılan basit bir araca dönüştürüldü. Radikalizm, fanatizm ve terörizm tarihte hiç olmadığı kadar tehlikeli boyutlara vardı. Küresel alanda yaşanan mahrumiyetler ağır insani krizleri beraberinde getirdi.
Son 25 yılda Amerikan optimizminden eser kalmadı. Aksine bütün dünya ABD yayılmacılığının ağır faturası ile karşı karşıya kaldı. Ne yazık ki bugün en büyük maliyeti, içinde bulunduğumuz coğrafya üstlenmek zorunda. ABD'nin işgal politikaları bugüne dek Irak ve Suriye'de yaşanan katliamların ve zulümlerin başlıca nedeni.
Hiç kuşkusuz ABD bu cürümleri tek başına işlemedi. Suç ortakları, işbirlikçileri oldu. ABD 2003'te tamamen yalan dolan gerekçelerle Irak'ı işgal etti. Kitle imha silahları dedi, Saddam Hüseyin El Kaide'ye destek veriyor dedi. Hepsinin yalan olduğu ortaya çıktı.
Gerçek olan bugün karşımızda olan Irak. Yıkılmış, bölünmüş, iç savaş halinde ve İran'ın etkisi altında kıvranan bir Irak. ABD'nin "Arap baharı"na ve Suriye'ye yönelik iki yüzlü tutumu Ortadoğu'da başka katliamların önünü açtı.
Bugün için jeopolitik istikrar kavramının ABD için bir önemi yok. Fakat bizim için, Türkiye için var. Çünkü biz buradayız, bu coğrafyadayız. Biz böylesine vahşi bir küresel düzen içinde, bu denli zorlu bir coğrafyada varlık yokluk mücadelesi veriyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Musul için söylediği "hem sahada, hem masada olacağız" sözü bölge politikamızın bir özeti. DEAŞ diye bir canavar yaratıp, sonra o canavar üzerinden bölgemizi şekillendirmek isteyenlere dur demek zorundayız.
Halihazırda terör örgütlerine, devlet altı aktörlere güvenerek bölgeyi istikrarsızlaştırmaya çalışanlarla, devletlerin toprak bütünlüğünü, halklarının özgür siyasi iradesinin temsilini savunanlar karşı karşıya. Haklı olan kazansın...Fahrettin Altun/Sabah
- 10
Türkiye ne yapmak istiyor? Dünyanın cevabını en çok merak ettiği soru bu. Aslında bu sorunun cevabı çok açık ve net. Yeni bir katliam, yurdundan göç etmek zorunda kalan insanlar, burnumuzun dibinde mezhebi ve etnik bir terör istemiyoruz. Bölge dışı ülkelerin bölgeye yerleşme ve bunun için toplumun farklı kesimlerini birbirine düşürme planlarına karşı çıkıyoruz..
Ankara'nın yakından takip ettiği bir başka konu Kerkük! Tabi Musul'la birlikte bölgedeki Kürt yönetimi de bizim yakın ve sıcak takibimizde. Türkiye'nin bir diğer hassasiyeti kendi sınır güvenliği ve terörle ilgili. DAEŞgibi PKK ve PYD de, hem Irak'ta, hem de Suriye'de Türkiye'nin yakın takibinde.. Türkiye kendi sınır bölgesinde bir Kürt ve Şii koridoru, terör üssü istemiyor.. Bu konuda Ankara anlaşması çerçevesinde Türkiye, Irak'ın garantörü ve Suriye'deki Türkmenlerle ilgili vesayet hakkı bulunuyor.
Türkiye'deki genel ve yaygın bir endişe DAEŞ giderken Şii Haşdi Şağbi'ye Musul'da alan açılma endişesi. Bu arada İran ne yapmak istiyor? Bu da bir muamma. İran ve batı ülkeleri Türkiye'den neden rahatsız. Bölge halkı,Türkiye'nin politikası hakkında olumlu düşünüyor. "Ninova Muhafızları" ya da "Savaşçıları" Türkiye tarafından bölge halkı ile birlikte oluşturduğu öz savunma örgütleri. 4000 kişi bu çatı altında Türkiye tarafından eğitildi. Bu çatı altında eğitilip donatılan 3000 kişilik bir birlik Musul'daki bu operasyona katılıyor. Türkiye'nin eğit-donat çerçevesinde destek verdiğiSuriye'deki "Sultan Murat Tümeni" de aynı şekilde. Sultan Murat TümeniEl Bab'dan sonra şimdi Rakka için hazırlık yapıyor.
Ankara'nın tavrı çok açık ve net. Biz bölgedeyiz ve masada da olacağız. Şu sorunun cevabı önemli: Yıllardır çözülemeyen sorunlar nasıl oldu daTürkiye'nin devreye girmesi ile aylar içinde çözüm yoluna giriverdi. Yoksa "çözüm için" geldiklerini söyleyenler "çözümsüzlüğün adresi" mi idi? Asıl soru bu, sorun burada gizli.
Bu süreçte bakmak gerek Rusya, İngiltere ve Fransa nerede duruyor?. BM, AB, NATO ülkeleri, Arap Birliği, Afrika Birliği, İslam İşbirliği Konferansı ne yapıyor? Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri ne düşünüyor. Bu sürecinYemen, Mısır ve Libya'ya yansımaları ne olacak? Yaklaşık 1.5 milyon nüfusa sahip Musul'un DEAŞ'ın elinden alınması için 30 bin askeri güçle sürdürülen harekâtta, 5-10.000 arasındaki teröristin kentten temizlenmesi hedefleniyor. Harekâta ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, hem karadan hem de havadan destek veriyor.
Irak'a adalet(!) getirmek için gelmişti ABD değil mi? Irak'a girme kararını veren Bush 16 Ekim 2002 tarihinde kararı imzaladı. Bahane hazırdı. 11 Eylül 2001'de ABD'de ikiz kulelere bir saldırı olmuştu. Bu olay bahane edilerek yapılan operasyonda bugüne kadar 1 milyonun üzerinde Iraklı katledildi. Ve hâlâ katletmeye devam ediyor. İki gökdelenin karşılığında bütün bir ülke yerle bir edildi. O zaman İngiltere'nin üretip Irak'a gönderdiği cehennem topu, Irak'ın sahip olduğu kimyasal silahlar yanında bu terör saldırısının arkasında Irak'ın olduğu iddia edildi. Hatta bir çok Müslüman ülke potansiyel tehdit olarak gösterildi..
Abdurrahman Dilipak/Yeni Akit
Başkanlık sisteminin demokrasiyi tamamen ortadan kaldıracağı ve diktatör yaratacağı gibi hurafeler bu süreçte yine çok yazılacak ve söylenecektir. Aynı ezber CHP tarafından da sürekli tekrarlanacaktır...
Oysa yasama ile yürütmenin birbirinden ayrışması konusunda parlamenter sistem çoğuzaman aciz kalan bir modeldir...
Meclis çoğunluğunu elde eden siyasi parti hükümeti de belirler ve yürütmeye salt kendi milletvekillerinin iradesi üzerinden, üstelik denetimi pek kolay olmayan geniş tasarruf alanları açar...
Oysa başkanlık sistemi diye adlandırılan yönetim yapısının temel mantığı yasama ile yürütmenin kesin biçimde ayrışmasıdır...
Dolayısıyla bu kriter açısından ele alındığında başkanlık sistemi parlamenter sisteme kıyasla net biçimde daha demokratik bir rejim üretecektir...
Dolayısıyla parlamenter sistemin tabiatı itibariyle kriz üretmeye yatkınlığını ve anti-demokratik bir rejim üretilmesine uygun zemin oluşturduğunu da görmemiz gerekiyor...
Parlamentarizmde iş geliyor, muhakkak bir gün kriz ve kaos noktasına dayanıyor. Bu kaotik dönemlerde "iyi saatte olsunlar" güçleri devreye giriyor ve ülke adım adım harap oluyor...
Türkiye için çözüm iki turlu dar bölge başkanlık sistemidir ve 2017'de bu ülkenin çoğunluğu da inşallah bu kararı verecektir. Türkiye'nin başkanlık rejimi şimdiden hayırlı olsun...
Rasim Ozan Kütahyalı/Sabah
- 12
- 20
- Editörün seçtiği köşe yazılarından...
Rahmetli Erbakan'ın lideri olduğu MSP (Milli Selamet Partisi) başta olmak üzere Milli Görüş hareketi denilince akla gelen ilk isimlerdendi.
Evet bildiniz, Oğuzhan Asiltürk'ten bahsediyorum. Şimdilerde tabela partisi haline gelen Saadet Partisi'nin Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanlığını yapıyor. Doğrusunu isterseniz ne partisi ne de görevi umrumda. (Şayet Saadet Partisi, 2013 öncesinde olduğu gibi sonrasında da Fetullah Gülen örgütüne karşı çıksaydı, elbette böyle demezdim. Yazık ki, Kamalak'ın Saadet Partisi 2013'ten sonra mahut örgüte karşı çıkmak şöyle dursun, durumdan vazife çıkartmaya bile gönül düşürür pozisyon aldı. Halbuki, FETÖ'ye karşı çıkmak, Milli Görüş geleneği içinde yer aldığını iddia eden partiye en çok yakışandı.)
Umrumda olan, Oğuzhan Bey'in ne söylediği. Bakınız, Musul dolayımında nereye dikkat çekmiş: "Bölgeyi karıştıranlar Türkiye'yi İran'la savaştırmaya çalışıyorlar. Buna dikkat edilmelidir." Diyeceksiniz ki, ne var bunda, nihayetinde spekülatif bir ifade değil mi, herkes söyleyebilir. Doğrudur, herkes söyleyebilir. Lakin herkes daha önce, "Ergenekon Amerikan işidir" dememişti. Hayır hayır, hiçbir şeyi karıştırdığım falan yok; müsaade edin de anlatayım. Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) demeyene kız verilmediği bir dönemde, "Ergenekon, TSK içinde Amerikan karşıtlarını tasfiyedir" diyen adamdır Oğuzhan Asiltürk.
O vakitler bu açıklamasını herkes "münasebetsiz" bulmuştu ama gördük işte, zaman onu haklı çıkardı. Zamanın haklı çıkardığı adamın bir başka konuda ne dediğine de şahsen ben özellikle bakarım. Dikkat buyurun, bakarım, diyorum, yani kulak veririm. Yoksa pat diye inanırım, demiyorum. (Söylenene inanmak için her şeyden evvel "eleştirel akla" tabi tutmak gerekir.) Oğuzhan Bey diyor ki: "DEAŞ ve diğer örgütlerin bahanesi ile Amerika ve Batı bölgemizi işgal etmeye başladı. Hem bölge hem de Türkiye hedeflerindedir. Son zamanlardaki hareketlilik Türkiye ile İran'ı karşı karşıya getirerek birbirine kırdırmaya yöneliktir. Hem İslam dünyası hem de Türkiye buna çok dikkat etmelidir…"
Sizce de çok önemli bir uyarı değil mi bu? İran ve Irak'ı tüm enerjilerini mahvedecek şeklide 8 yıl boyunca savaştıran kimlerdi? Zaten bu kaygı, yani, "Türkiye – İran savaşı çıkartmak istiyorlar" şeklindeki öngörü, hiç de yeni değildir. Ama hiçbir zaman manzarayı umumiye bu kadar yakın bir tehlike arz etmemiştir… Malumunuz, Suudi Arabistan Yemen'de İran'la adeta sıcak bir savaşın içinde. Bu yıl İran'dan hacı da kabul etmedi. Nasıl ki 8 yıl süren İran – Irak savaşında Irak'a sponsorluk yaptılar,Türkiye – İran savaşında da hiç kuşkusuz sponsorluk yaparlar.
Fakat, 1991'de, sponsoru olduğu Irak'ın parçalanması için ABDaskerlerine kutsal toprakları açan da aynı Suudi Arabistan'dı. Tamam, o Suudi Arabistan'ın altından çok sular aktı, artık Kral Selmanvar diyeceğiz ama, Sisi darbesinin arkasında da Suudi Arabistan var, onu ne yapacağız. İran – Türkiye savaşına karşı tek güvencemiz her iki ülkenin de sağlam bir devlet geleneğine sahip olması ve 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasından beri barış içinde yaşamayı başarmasıdır.
Lakin… Son günlerde Türkiye'de, Ehli Sünnetin mutedil, kuşatıcı çizgisinin hilafına Vahhabi asabiyeti yaygınlaşıyor. Yazık ki, İran'da da "Osmanlı yıkıldıktan sonra Müslümanlar sahipsiz kaldı" diyen Ali Şeriati'lerin Ali Şiası yerine Safevi Şiasıarz-ı endam etmeye başladı. Vahhabi ve Safevi Şiası barışı, bölgeyi, ümmet kardeşliğini zehirliyor. Takdir edersiniz ki Musul, "mezhep çatışması" için bir kıvılcım mesabesinde.
İran – Türkiye savaşı planlayan "şeytanların" gözleri kamaşıyor. Kimi Müslümanlar da tarihin objesi değil nesnesiyiz dercesinemezhepçilik havaları estirmeyi marifet sanıyor. Bu havalara da Irkçı Siyonist İsrail bayılıyor. Baksanıza, bölgede kıyamet kopuyor, zevkten konuşamayan tilki misali, İsrail'in ağzını bıçak açmıyor.Salih Tuna/Yeni Şafak
- 13
tv8'deki Aramızda Kalmasın programında yorumculardan Funda Özkalyoncuoğlu'nun kırdığı pot, iki günde memleket meselesi haline geldi. Sabahattin Ali'nin romanı 'Kürk Mantolu Madonna'nın filminin çekileceği ve Beren Saat'in 'Madam Puder'i canlandıracağı haberi üzerine sevgili Özkalyoncuoğlu, romandaki 'Madonna'yı, ünlü şarkıcı Madonna sanıp diğer yorumcular Jess Molho ve Sena Keçeli ile beraber bir süre ahkam kesmeye devam etti.
Aslında bu, bizim bu köşede kenar süsü olarak kullandığımız Gaf Kürsüsü kutusunun çerçevesi ile sınırlı sıradan bir pottan başka bir şey değildi. Ama kadıncağızı hemen linç etmeye soyundular. Twitter sallandı, sosyal medya kilitlendi filan... Sanırsınız oraya yorum yazıp Özkalyoncuoğlu'nu aşağılayanların alayı, Sabahattin Ali külliyatını yalayıp yutmuş. Bir oran verecek değilim ama Özkalyoncuoğlu'nun üzerine çullananların büyük çoğunluğu, eğer olay patlamadan Sabahattin Ali'nin 'Kürk Mantolu Madonna'sından haberdar ise bileklerimi keserim! Evet, televizyonda yorum yapanların biraz daha hazır ve donanımlı olmaları gerekiyor. Ama sosyal medya sayesinde hepimiz sanal birer cellat olduk. Sabah kalkar kalkmaz, 'Bugün kimi idam edelim?' diye içimizdeki dar ağaçlarını boş bırakmamak için kurban aramaya başlıyoruz. Sakın üzülme tonton ve bonbon Funda, üç güne kalmaz yeni hedef bulup seni unuturlar...Yüksel Aytuğ/Sabah
- 14
2010'dan bu yana bölgemizde ve ülkemizde yaşananları hatırlayın. Kan gölüne dönen Suriye'ye, parçalara ayrılan Irak'a, iflas eden ve adalarını satışa çıkaran Yunanistan'a, Kırım'ı kaptıran Ukrayna'ya, pespaye bir darbe yaşayan Mısır'a bakın. Ya da işte bizim başımıza gelen 15 Temmuz darbe görünümlü işgal girişiminin şiddetine bakın.
Erdoğan'ın güçlü liderliği ve yönetim becerisi olmasaydı korkarım halimiz haraptı.
Bu anlamda bu topraklarda özlenen devlet-millet-lider buluşması gerçekleşmiştir.
Erdoğan, ömrü vefa ettiği müddetçe 29 Ağustos 2019'a kadar Cumhurbaşkanı zaten. Seviliyor, itimat ediliyor. 2019 seçimlerini alacağı ise Erdoğanfobiklerin bile itiraf etmek zorunda kaldıkları kesinlikte bir önbilgi. Dolayısıyla bu mesele Erdoğan'ın ne gücüyle ne şahsıyla ilgili.
Siyasette çıtayı çok yükselttiği, muhalefet partileri bu profilde lider çıkaramadıkları için çıkmaza girdikleri doğru ama. Öte yandan bu bir hükümet sistemi modeli ve Türkiye'deki yapısal sorunların aşılması için de şart.
MHP lideri Bahçeli'nin mevcut durumu doğru okuyarak "fiili bir durum var, böyle devam ederse siyaset yeni bir kaosa sürüklenebilir. İktidar partisinin önerisini TBMM'ye getirilmesinde yarar vardır" dediği budur.
CHP ve HDP'nin bu konudaki yok sayıcı tutumu "halk Erdoğan'ı istemiyor ki, Tayyip diktatör ki" düzeyinde seyrediyor maalesef.
Bu dil ve düzey siyaset dışıdır, kendini inkardır. Bir siyasi partinin mevcut durumu rasyonel şekilde değerlendirmesi ve sorunlar için akılcı çözümler üretmesi beklenir.
MHP kulislerine hakim gazetelerin aktardığına göre Bahçeli'nin hesabı başkanlığı getirmek değil tartışmayı bitirmek.
Hesap aşağı yukarı şöyle: AK Parti başkanlık önerisini TBMM'ye getirir, Meclis tartışır. Anayasa değişiklerinde partiler grup kararı alamayacağına göre milletvekilleri oylarını özgürce kullanır. Nasılsa 367 çıkmaz ve tasarı Meclis'ten geçmez. Ama sayı 330'a ulaşılır ve referandum kararı çıkarsa halka gidilir. Halk ne derse o olur. Temsili demokrasiden doğrudan demokrasiye geçiyor gibiyiz ya, ne yapalım; vekiller çözemiyorsa asiller çözer.
Fadime Özkan/Star
- 15
Halihazırda Türk futbolseverler, zengin Avrupalılar'dan çok daha pahalıya maç izliyor.
Gazetelerde haberi çıktı:
'Örneğin, bir İngiliz vatandaşı, dünyanın en iyi ligi olarak gösterilen Premier Lig'i, 1. Lig'i ve FA Cup maçlarını içeren bir paketi aylık yaklaşık 17 Sterlin, yani yaklaşık 100 lira ödeyerek izleyebiliyor. Bu rakam bir Türk futbolseverin Süper Lig'in tüm maçlarını izleyebilmek için yayıncı kuruluşa ödediği tutarla hemen hemen aynı. Bu kıyaslamayı yaparken izlenilen ligin kalite farkının yanı sıra İngiltere'de satın alma paritesine göre kişi başına düşen milli gelirin 41 bin dolar, Türkiye'de ise 11 bin 500 dolar olduğunun altını çizmekte fayda var.' Özetle; yeni Süper Lig ihalesini kim kazanırsa kazansın, zamlı faturayı yine tüketici ödeyecek. Eğer ihaleyi iki firma kazanırsa, fatura daha da artacak. Bir Fenerbahçeli takımının Türkiye'de ve Avrupa'da tüm maçlarını izlemek istiyorsa üç kutu birden alacak.
TFF ve Türkiye Futbol Kulüpleri Birliği, takımların daha çok kazanmasını istiyor ama tüketiciyi hiç düşünmüyor.
Görünen o ki, kulüplerin içini boşaltan, yanlış politikalarla borç batağına sokan yöneticiler, yeni Süper Lig ihalesi ile yine ödüllendirilecek ve faturayı da taraftar ödeyecek!Mevlüt Tezel/Günaydın
Bugünlerde de gündem "Musul"a kilitlenmişken birden bire "Kıbrıs" nereden çıktı? Boşuna değil, Cenab-ı Allah gönderdi elbet. Biz her şeyi yumurta kapıya geldiğinde düşünürüz. Kıbrıs, Allah korusun, "Filistin" durumuna düşürüldüğünde, güvenliğimiz açısından hayati öneme sahip bu mübarek topraklar "el oğluna" gitme noktasına geldiğinde mi ilgileneceğiz oralarla? Rum tarafında, "Koalisyon Güçleri" yığınağı tamamlamış durumda. Bizim tarafta ise "yabancılara mülk satışı" nın yasallaştığı günden bu güne, "İdeolojik" yerleşim politikası hüküm sürüyor.
Tatlısu'nun Kahramanmaraşlı Belediye Başkanı Hayri Orcan, bu konuda kapsamlı dosyalar hazırlayıp devletin ilgili birimlerine sunmuştu. Demişti ki; "Buraları, buraları ve buraları, en stratejik toprakları Siyonistler kapattı. Biz de bizim işadamlarımızı seferber edelim, kalan yerleri de onlar alsınlar. Rodos'a yatırım yapacaklarına buralara yapsınlar." Devletimiz bu işle ilgileniyordu ki, devletimiz bir takım tedbirler alıyordu ki, FETÖ fırtınasının etkisine girdi. Devlet birçok birimiyle mefluç, kim Kıbrıs ile ne kadar ilgilene!..
Milat ekibi olarak Kıbrıs'ta şunu gördük ki; kökten Kıbrıslı olanlar ile sonradan Kıbrıslı olanlar arasında derin görüş ayrılıkları var. Kökten Kıbrıslı olanların önemli bir bölümü, birçok problemden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni sorumlu tutarken, Türkiye kökenlilerin kahir ekseriyeti, "Anavatan olmasa, bizi çoktan bitirmişlerdi." diyor. Ve önemli bir bilgi; devletin istihbarat birimlerinden aldığımız çok hayati bir bilgi: Bir süredir, CIA ajanları KKTC'de bu konu üzerinde özellikle çalışıyor.
Bu konu; yani Kıbrıs'ın yerlileri ile Kıbrıs'a göçenleri birbirine düşürmek, bir çatışma ortamı meydana getirmek… Bunun için daha ziyade, Kıbrıs'ın "Bir Kısım Medyası"nı kullanıyorlar. Ve bir kısım sözde sivil toplum örgütlerini.
Tıpkı 28 Şubat Türkiyesi'nde olduğu gibi, "Namaz düşmanlığı", "Cami düşmanlığı" ile gerilim meydana getiriyorlar. Nerede bir cami yapılmaya başlansa orada "Bilmem Ne Sen" faaliyeti dikkat çekiyor; "İrticaya Hayır!" söylemi hâkim, namaz kılan çocuklar, çocuklara namaz kılmasını öğretmeye çalışan Müslümanlar hedefte. O kadar ki, bitme noktasına gelmiş camilerin yapımını bile durdurabiliyor bunlar.
Serdar Arseven/Milat
İşte bundan sonra DEVREYE Tayyip Bey girdi! LOZAN'ı gündeme getirdi! Yine bildiğimiz kesimler karşı çıktı! Anlamadık! Iskaladık! Türk DEVLETİ haykırıyordu. "Siz imza attığımız Lozan'ı tanımadınız. Biz de bundan zaten çok memnun değildik. Madem bunu siz bozdunuz biz de Misak-ı Milli'ye geri dönüyoruz" dedi...
Peki Misak-ı Milli neyi kapsıyordu? İşte PÜF noktası burasıydı! Lozan'da çözülemeyen, daha sonra İNGİLİZ oyunuyla bizden alınan MUSUL-KERKÜK görülecek hesabın tam da içindeydi! Merkezinde! Bizden hileyle aldıkları, içeriyi karıştırarak kopardıkları MUSUL-KERKÜK artık DEVLETİN 1 NUMARASI tarafından işaret ediliyordu!
Çünkü 15 Temmuz ile anlaşmayı bozan ve hile ile gelen onlardı! Ama amaçlarına ulaşamadılar. Yenildiler.Şimdi sarstıklarını düşündükleri TÜRK DEVLETİ muazzam bir hamle ile BÖLGEYE indi! DABIK'ta da Musul'da da biz varız... HEP OLACAĞIZ... KİMSE BİZSİZ OYUN KURAMAYACAK!
Bunu hep söylediğimi bilen bilir...
İşte gördünüz! Amerika yelkenleri indirdi! Daha da indirecek. Kimse TÜRK DEVLETİ olmadan burada oyun kuramaz. Kursa da yürüyemez... Bu nedenle DEVLET HEDEFİNİ DÜNYAYA "Lozan zafer değil" diyerek gösterdi... Zafer olması için MUSUL-KERKÜK'ün bize yakın olması gerekiyor!
Bu da olacak... Bizsiz yapamayacaklarını gördüler. Yeni anladılar... Asıl şimdi geri dönüyoruz! En zayıf sandıkları anda yine tarih yazmaya karar verdik... Gerçekten mutlu olduğum bir cümleyi tekrar etmek istiyorum: "BİZ BİTTİ DEMEDEN BİTMEZ!"
İçeriden de gelseler dışarıdan da yüklenseler bu milleti hiç yenemediler. Yenemeyecekler de... Pirincin içindeki BEYAZ TAŞLAR yok olduklarıyla kalacak... PATRONLARI zaten diz çökmüş durumda... Bundan sonra onlar düşünsün!
MİLLİ ŞAHLANIŞ asıl bundan sonra başlayacak... Bizsiz kimse pazarlık yapamayacak. Son sözü söyleyen yine ANKARA olacak... Kaldığımız yerden devam edeceğiz... Görünen o!.Ergun Diler/Takvim
Ankara'da bazı siyasetçilerden, sanki mecburmuşlar gibi üst üste, "Musul'da gözümüz yok" açıklamaları geliyor. Tâ Atlantik ötesinden Musul'a uzanan Amerika'dan böyle açıklamalar duyamazsınız; keza Charles de Gaulle uçak gemisini yanı başımıza getirerek Musul operasyonuna katılan Fransa'dan da "Musul'da gözümüz yok" sözünü duyamazsınız. Ne hikmetse yavuz hırsız misali, bu tür açıklamaları sürekli bize yaptırıyorlar.
Bizdeki siyasetçiler, Misak-ı Milli'nin bir parçası olan Musul'dan, Atlantik ötesi bir ülkeymiş gibi bahsediyorlar. Oysa Misak-ı Milli'de gözü olmayanın mevcut toprakları elde tutması çok güç. Böyle bir dünyada yaşıyoruz. Başta ABD olmak üzere koalisyon güçleri Musul'la doğrudan ilgilenirken, bize düşen Musul'la asla ilgilenmediğimizi açıklamak mı olmalı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan kararlı olmasa, belki de gerginlik çıkmasın diye, Musul'u unutacak bir siyasi akıl var devlet içinde. Başbakan Binali Yıldırım, dünkü grup konuşmasında 15 Temmuz darbe kalkışmasının diğer bir gerekçesinin Musul olduğunu açıkladı. Suriye ve Irak'tan başlayan ve bütün Ortadoğu'yu yeniden şekillendiren Batı, Türkiye'yi de FETÖ ve PKK ile içeride meşgul etmeye çalışıyordu.
PKK ve DEAŞ'ın terör saldırılarının, FETÖ'nün darbe girişiminin amacı, Türkiye'yi etrafında olup bitene bakamayacak hale getirmekti. Türkiye başını kaldırıp etrafına baktığında ise Fırat Kalkanı operasyonu gerçekleşti, ardından da Ankara ağırlığını koyarak Musul'da başlayan operasyona dâhil oldu. Fırat Kalkanı operasyonuna itiraz eden ana muhalefet partisi, Ankara'nın Musul operasyonuna katılma konusundaki ısrarını da eleştirdi. Musul'u Misak-ı Milli'nin parçası olarak görmeyen, buna göre davranmayan hiçbir parti lideri veya siyasetçi milli ve yerli değildir, olamaz.
Kurtuluş Tayiz/Akşam
Musul'u DEAŞ'tan temizleme harekatı başladı... DEAŞ kim, Musul'u nasıl almıştı, dün Musul'u tek mermi sıkmadan teslim edenlerin, şimdi geri alabilmek için aşırı istekli olmaları, anlaşılabilir bir şey belki.
Ama diyelim ki, Musul'u DEAŞ'tan aldılar, ne yapacaklar?.. Bu soru, belki de en önemli soru.
Çünkü Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın son zamanlarda ısrarla gündeme getirdiği gibi, Musul'u geri almak için yapılacak harekat sonrasının ciddi riskleri var.
Musul'un demografik yapısını hesaba katmadan atılacak adımların yeni mülteci dalgaları oluşturma riski elde bir. Yanlış adımların bölgeyi iyice kana ve ateşe boğabilecek bir mezhep savaşı başlatması da muhtemel. ABD'nin sayısı 60'ı aşan koalisyon güçlerinin katkıları ne bu işte?
Ve asıl önemlisi netice olarak payları ne olacak?.. Irak Irak olabilecek mi tekrar?.. Musul Musul olabilecek mi?..
Yoksa Irak'ın ve Musul'un ABD ve onunla beraber hareket edenlerin oyun sahası olma durumu ilanihaye devam mı edecek? Ülkenin sahip olduğu yeraltı zenginliklerini Irak halkı için rahatlıkla kullanabilecek mi Irak yönetimi, mesela?.. Yoksa, gelecekleri ABD'lilerin iki dudağının arasında olduğu için, Irak'ın imkanlarını Iraklılar için kullanmayı akıllarından bile geçirmemeleri gerektiğini bilerek mi sürdürecekler hükümranlıklarını?..
Mesailerini de ABD'lilerin verdiği suflelerle, Türkiye'ye kafa tutma girişimleri ile mi dolduracaklar?..
Sorular, sorular, sorular. Hiç birinin de makul ve mantıklı bir cevabı yok. Adına ister üst akıl deyin, isterseniz başka bir şey; birileri senaryoyu yazıyor, bölgedekiler oynuyor. Netice olarak istediklerinin olup olmayacağını bilemeyiz; ama senaryoyu yazanlar ne yazdıklarını, niçin yazdıklarını ve finalde ne olacağını hesapladıkları da kesin..Ekrem Kızıltaş/Takvim
Acemiliğini ilk körfez savaşında atan ABD gözünü yeniden Irak'a dikti. İkinci harekâtı bu kez Saddam'ı devirmek üzere planladı. İlk "kurtarma" harekâtı yaklaşık 40 gün sürerken, 2003 yılında başlattığı harekât resmi olarak 8 yıl sürdü. Çünkü burada kurtarma yok "özgürleştirme" vardı. ABD'ye göre Irak kimyasal silah sahibiydi ve komşularını (başta İsrail'i tabi ki) tehdit ediyordu. Irak halkı Saddam tehlikesinden kurtulup özgürleştirilmeliydi ve bunu kahraman (!) ABD askeri yapabilirdi.
Gerçi "Kimyasal Silah" iddiasının yalan olduğu sonradan ortaya çıktı ama Saddam çoktan idam edilmiş, Irak özgürleşmişti (!) bile. 31 Aralık 2011 tarihinde son ABD bayrağı Irak'taki gönderden indirildiğinde geride; öldürülen milyonlarca Iraklı, harabeye dönmüş bir ülke, dağılmış coğrafi ve demografik yapı, bitmiş bir yönetim kalmış, ülke altın tepsi için kendisine "büyük şeytan" diyen İran'a teslim edilmişti nerdeyse.
Etrafta harıl harıl kurtarılacak ülke ararken, yönünü daha önce iki kez özgürleştirdiği Irak'a çevirdi. Nasılsa koltukta Irak'tan ziyade ABD ve İran'ın çıkarları için çalışan başbakanlar vardı. Ayrıca ne tesadüftür ki bölgede El Kaide bitmiş yerine DEAŞ denilen bir terör örgütü türemişti.
Hem ülke hem de bölge bu terör örgütünden temizlenmeliydi. Her ne kadar bu örgütün çok tehlikeli olduğu sivilleri hunharca katlettiği görüntüler ortaya saçılırken ABD ses çıkarmamış olsa da zamanı gelmişti. (belki de korku salgınının her yeri kaplamasını beklemişti) Kahraman (!) ABD askerleri dünyayı bu büyük beladan kurtarmalıydı.
DEAŞ'ın iyice büyüdüğüne kani olunca da harekât başladı. Daha önce özgürleştirdiği ülkeye bu kez "kurtarmak" için yeniden girdi ABD. (Girdi derken aslında hiç çıkmamıştı. Görünen lider İbadi olsa da aslında 5 bin kişilik ABD'li askeri danışman heyeti yönetiyordu ülkeyi)
Eyvah dememdeki neden de bu zaten. ABD yine on binlerce sivil ceset, harap olmuş bir Musul ve Şii Haşdi Şabi milislerine teslim edilecek bir kent bırakacak arkasında. Bunun farkında olan Türkiye'nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "operasyonda da masada da varım" demesi de bu yüzden zaten. "Senin okyanus ötesinden gelip "kurtarmaya" çalıştığın bu topraklarda benim bin yıllık mazim var. Bu operasyona senin hakkın varsa benim senden bin kat daha hakkım var. Bölgenin haritasını çizerken bana sormadan yapamazsın" diyoruz Türkiye olarak. Çok da iyi yapıyoruz.
Murat Çiçek/Star
YORUMLAR