TÜRK MİLLETİ'NİN REDDETTİĞİ İHTİLÂL!..27 MAYIS 1960..
1960 Darbesi'nin ardından Yassıada'da görev yapan "muhafız subay"lardan Mehmet Nuri Taşdelen, duruşmaları takip ederken, "bebek davası", "köpek davası" gibi incir kabuğunu doldurmayan şeylerin ortaya çıkarıldığını gördüklerini belirterek, "Sükut-u hayale uğradık. Hep deniyordu ki 'Şunu yaptı, bunu yaptı', 'Şu kadar milyar kaçırdılar, şu kadar insan öldürdüler'. Bunların olmadığını da görünce bir sempati, acıma hissi oluştu." dedi.
TÜRK MİLLETİ'NİN REDDETTİĞİ İHTİLÂL!..27 MAYIS 1960..Giriş Tarihi: 02.09.2016 13:23 Güncelleme Tarihi: 02.05.2017 14:58
Demokrasinin infazı 27 Mayıs darbesinden birkaç gün sonra Adnan Menderes ve arkadaşları Yassıada'ya götürülürken yanına er yerine muhafız subaylar görevlendirildi. Bu amaçla Deniz Harp Okulu'ndan yeni mezun olan sınıfın tamamı, donanmaya çıkmaya hazırlanırken Yassıada'ya gönderildi. Yeni mezun öğrencilere, Adnan Menderes ve Celal Bayar gibi önemli isimlerin odalarında birebir kalarak, burada önlem alma görevi verildi.
Darbenin ardından yurtdışında olan iki oğlunun da gelmesiyle Menderes ailesi ilk kez ve son kez bir arada. Sadece bir saat izin verilmiş bir “aile saadeti” bu.
Ada Komutanı’nın yanında ayakta beklettiği adam Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Adnan Menderes. Ama ne geç tıraş olduğu için yüzüne tokat atmış komutanın yayıldığı koltukla verdiği mesaj, ne de böylece gazetelere verilen “Yassıada’da her şey yolunda” propaganda pozu umurunda. O gün sadece bir baba olarak orada öylece ayakta. 27 gün sonra daha sonra evlerinin girişine asılacak idam fermanı boğazında ve daha sonra parası ailesinden istenecek beyaz kefeni üzerinde İmralı Adası’ndaki darağacına çıktığında bile “Hayata veda etmekte olduğum şu anda, devletime ve milletime ebedâ saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anarım” diyecek bir baba olarak.
Birkaç mendil ıslattığı o gün bir ara eşi Berin Menderes’in kulağına “Bana sürekli iğne yapıyorlar, dayanamıyorum” diye fısıldayabilmişti. Ama artık bütün Türkiye üzerinde sigara söndürülen, tekmelenen, uyuşturulan başbakanın dramını biliyor. Bu dram ülkenin hâlâ ana siyasi fay hattını kesmekte.
Fotoğrafın en solunda oturan ailenin büyük oğlu Yüksel Menderes. Fotoğraf çekildiği sırada 30 yaşında. Son görevi Belgrad Büyükelçiliği başkâtipliği. Darbenin ardından önce YTP’den siyasete girdi, sonra Adalet Partisi’nden vekil seçildi. Babası son vasiyetinde ona hitaben “Cesaretini hiç kaybetme” demişti. Bu vasiyeti 12 yıl tutabildi. Babasının idamından 4197 gün sonra bir elinde babasının fotoğrafı diğerinde Kuran-ı Kerim ve etrafa saçılmış boşandığı ama hâlâ âşık olduğu karısı İpek’in mektupları olan evinin mutfağında sonuna kadar açtığı havagazıyla intihar etti. Ardından bıraktığı mektupta şöyle yazıyordu:“Hayatta kaderin bütün kötü cilveleri beni buldu. Kötü hadiseler karşısında daha fazla tahammül göstermeyeceğim. Artık yaşama gücümü kaybettim. Babamdan daha kötü gidiyorum.”
Eşinin ardından büyük oğlunun ölümünü de gören anne Berin Menderes sakinleşmesi için kendisine verilen ilaçları “Bu beni öldürmez” diye reddedecekti. Ama acısı bununla bitmedi.
40 yaşında biten bir hayat
“Çiftlikte kalsaydık keşke”
Menderes ailesinden kalan son fotoğraf bu.
Türkiye’nin ‘Kennedy Ailesi’ Onlara Türkiye’nin ‘Kennedy Ailesi’ diyenler haklı. Ama her şey başka türlü olabilirdi.
Berin Menderes o fotoğrafın çekildiği 21 Ağustos 1961 gününün ardından eşi Adnan Menderes’e bir mektup yazmıştı. O başka türlü ihtimali şöyle anlatmıştı:
“Seni gördük, görüştük. Aylardır bu ânı nasıl bekledik Yarabbi. O kadar büyük hasret, iştiyaktan sonra yine de kâfi derecede görüşemedik ki, doyamadık sana. Neler konuştuğumun da farkında değilim. Tatlı güzel sesin kulağımda, nemli yaşlı gözlerin, mütehassis bakışların hayali canlanıyor. Eski günlerimizden bahsettin. Ne olurdu Yarabbim, o güzel, tatlı, asude hayatımız devam etseydi. Çiftliğini işleterek güzel pamuk yetiştirerek de memleketine hizmet ederdin yine. Ne yapalım ki alın yazısı. İnşallah hayırlı kararlar olacak, selametle kavuşacağız. Bundan sonra asude bir hayat yaşarız çoluk çocuğumuzla.” 27 Mayıs öncesi ve sonrası öğrenci olaylarının canlı şahitlerindenim. O günden bugüne geçen 48 yıla rağmen, Türk siyasi hayatı, 27 Mayıs’ın etkisinden kurtulamadı. Bu 48 yıl boyunca zaman oldu sade bir vatandaş olarak, zaman oldu parlamento içinde, kimi zaman kızgın sac üstünde yaşayan siyasetin göbeğinde bulundum. 27 Mayıs 1960 olayı ile ilgili 48 yıllık şahitliğin, tecrübenin özetini sunmak istiyorum. 27 Mayıs Nedir? Bir ihtilal midir? Darbe midir? Fiili durum mudur? Öncelikle bu olayın hukuki adını koyalım. Müsaade ederseniz, kişisel bir kanaatimi öncelikle açıklamak istiyorum: Bana göre 27 Mayıs olayı, Ordu Hareketi değildir! Şerefli Türk ordumuzu bu bühtandan uzak tutmak lazımdır. Her ne kadar asker elbisesiyle yapılmış olsa da, emir ve komuta zinciri bulunmadığı için bu olayın ordu iradesiyle yapıldığını iddia etmek abestir. Çünkü o günün Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun ve Kuvvet Komutanları darbeciler tarafından tutuklanmıştır. O gün ordumuzda 260 general görev yapıyordu. Bu generallerin 233’ü, 27 Mayıs’ı yapanlar tarafından emekli edilmiştir. Ayrıca çoğunluğu albay, yarbay ve diğer kademelerden olan 5 bin subay da ordudan uzaklaştırılmıştır ki, bu tarihe EMİNSULAR olarak geçmiştir. EMİNSULAR, tarih içinde ordumuzda yapılan en büyük kıyımlardan biridir. Bunları belirttikten sonra yeniden 27 Mayıs’ı soruşturmaya devam edelim:
ERZURUM MİLLETVEKİLİDevlet ile milletin bütünlüğü bozulmuştur! Demokrat Parti’ye oy veren seçmen çoğunluğu, gerici, düşük, kuyruk diye horlanmıştır. DP’liler dövülmüş, CHP’liler sevilmiştir. Bu tutum halkımızın hafızasına unutulmaz ayrılık tohumları sokmuştur. Kalkınmanın önü kesilmiştir! İstikrarı ve güveni ortadan kaldırmıştır! Kronik istikrarsızlık ve güven bunalımı toplum değerlerini hırpalamıştır. Sosyal dokunun temelini oluşturan aile ve ahlaki değerler zarar görmüştür.5-Siyasete EtkileriCemal Gürsel Amil Artus’u Adalet Bakanlığı’na getirdiği gün şu sözleri söylüyor: “İlk aşamada senden Demokrat Partiyi kapatmanı ve Yassıada duruşmalarını bir an önce başlatmanı istiyorum!” (22 Mayıs 1987 Milliyet Gazetesi) İsmet İnönü Devlet Bakanı Amil Artus ile ilk görüşmesinde Demokrat Parti’nin ne olacağını sormuş. Ve CHP’li Devlet Bakanı Şefik İnan da bu konu ile ilgilenmeye başlamıştır. O tarihlerde MBK üyesi olan Alpaslan Türkeş, “Şefik İnan bir toplantıda bir teklif yaptı. Bu DP’yi kapatmak lazım. DP’yi muhkeme kapattı ama bunu Şefik İnan düzenledi; onu biliyorum.” (26 Haziran 1994, Sabah Gazetesi). CHP İktidarı için Demokrat Parti kapatılmıştır. Araya öfke ve husumet ekilmiştir. Bir tarafta İsmet Paşa düşmanlığı prim yapar hale gelmiştir, bir başka tarafta Menderes düşmanlığı. Bu nedenle toplumsal (sivil) ahenk bozulmuştur. Siyasete proje üretenler yerine öfke ve husumet üretenler hâkim olmuştur. Liderlerimiz, iktidar-muhalefet kadroları, memleket meselelerini çözümlemek için yapacakları münakaşa yerine “tencere dibin kara, seninki benden kara” suçlamaları ile yılları heba etmişlerdir. Millete ve devlete hizmet etmenin yolu olan siyaset riskli hale getirilmiştir. Siyasette kalite düşmüştür. Siyasette hizmet idrakini, menfaat güdüsü gölgelemiştir. Siyasette liyakat ve etik değerler yerine, para ve şahsi menfaat ön palana çıkmıştır. Politika çok paralı, çok pahalı bir alan olmuştur. Siyasi istikrar bozulmuştur: Parti enflasyonu başlamıştır. Güçlü iktidarlar dönemi bitmiş, siyasi kanaatleri zıt partilerin istikrarsız ve kısa ömürlü koalisyonları dönemi başlamıştır. Bu bozulma daha sonraki yıllara da yansımıştır. Sincan’da tanklar yürütülerek, daha fazla oy alanları itmiş, istedikleri kişilerin hükümet kurmasını sağlamışlardı. Bu siyasi istikrarsızlık ekonomiyi de vurmuş, kalkınmayı engellemiştir. Ekonomimiz IMF’ye bağımlı hale düşürülmüştür. Politika bir gölgeler savaşına dönüştürülmüştür. İç ve dış politika gerçekleri bir yana bırakılmıştır. Bir yanda irtica geldi gelecek, laikli gitti gidecek naraları, öte yanda hamasi nutuklar yeri göğü inletmektedir: Sorumlular gölgelerle boğuşurken Kerkük’te, Kuzey Irak’ta, Kıbrıs’ta, Avrupa Birliği’nde kırmızı çizgilerimiz silinmiştir. Ekonomide, enflasyonda, işsizlikte hâsılı milletin gündeminden uzağa düşülmüştür. Eşik önünde beyanat verme adet olmuş; politikacı her uzatılan mikrofona laf yetiştirmek zaafına düşmüştür. Devlet adamı fıkdanı (yokluğu) başlamıştır. Burada rahmetli Osman Bölükbaşı ile eski bir bakana arasında geçen şu konuşmayı hatırladım: Hasta yatağanda ziyaret ettiği Bölükbaşı’na “Bir emriniz var mı?” diye sorar. Bölükbaşının verdiği cevap vecizdir: “Sayın Bakan, devlet adamı eşik önünde konuşmaz. Her uzatılan mikrofona beyanat vermez.” 2000’li yıllarda durum yukarıda anlatılan hale düşmüş bulunuyordu. Oysa İmralı’ya idama giden Demokratik Parti ekibi, o korkunç ana rağmen memleket meselelerini konuşuyorlardı. Celal Başar, Fatin Rüştü Zorlu’ya, “Fatin anlat bakalım şu Avrupa Topluluğu ile ilişkilerimiz ne halde?” soruyor, Fatin Bey de Türkiye AT ilişkilerini anlatıyordu.6-Basın ve Medya’ya etkileri
1939 yılında Erzurum’da doğdu.İlk ve Orta tahsilini Erzurum’da tamamladı.1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde yüksek öğrenime başladı.Yüksek öğrenimi boyunca hep gençlik hareketlerinin içinde yer aldı.Türkiye Milli Talebe Federasyonundaki özverili çalışmaları ile öne çıktı.1964 yılında Federasyon içinde organize olmuş folklor komisyonunun çalışmalarından tatmin olmayan bir gurup arkadaşıyla ayrılıp ‘Yüksek tahsil Gençliği Türk Folklor Enstitüsü Kurma Derneği’ni kurdular.Amaçları,tüzüğün maddesinde belirtildiği gibi ‘Türk Folkloru üzerinde araştırma,inceleme ve derleme yapmak,tanıtım çalışmaları yaparak turizme yardımcı olmak,Türk folklorunu genç nesillere öğretmek.Türk folkloru hakkında ilmi yayınlar yapmak.
Tüm meziyetler onu üniversite gençliğinde çne çıkardı.1965-66 yıllarında Mill Türk Talebe Birliği’nin genel başkanlığını yaptı.1967-68 yıllarında vatani görevini yaptı.1969 yılı genel seçimlerinde Adalet Partisi’nden Erzurum Milletvekili seçildi.1971 yılında Demokrat partinin kurucuları arasında yer aldı.1973 yılında Demokratik Partiden yeniden milletvekili oldu.1977 yılına kadar milletvekilliğini sürdürdü.1977 yılındaki seçimlere kendi isteğiyle katılmadı.
Halen çeşitli dernek,vakıf ve sivil toplum örgütlerinde kurucu ve yönetici olarak bulunmaktadır.Özellikle 30 yıldır Erzurumlulara hizmet için kurulmuş dernek ve vakıflarda kesintisiz çalışmalarını sürdürmüştür.Son olarak Kadıköy’de bir binayı restore ettirerek kültür merkezine dönüştüren kadronun içinde yer almıştır. Tüm bu meziyetlerinin dışında edebiyata ve söz sanatlarına karşı sonsuz yatkınlığı onun çok okuduğunu da gösteriyor.Divan şiiri başta olmak üzere Türk ve dünya kültür adamlarının vecizelerini hafızasında tutabilen yeri geldiğinde irticalen söyleyebilen bir kişiliktir.
Evli ve üç çocuk babasıdır.
Demokrasinin infazı: 27 Mayıs
27.05.2019 11:20
1 / 45
1960 Darbesi'nin ardından Yassıada'da görev yapan "muhafız subay"lardan Mehmet Nuri Taşdelen, duruşmaları takip ederken, "bebek davası", "köpek davası" gibi incir kabuğunu doldurmayan şeylerin ortaya çıkarıldığını gördüklerini belirterek, "Sükut-u hayale uğradık. Hep deniyordu ki 'Şunu yaptı, bunu yaptı', 'Şu kadar milyar kaçırdılar, şu kadar insan öldürdüler'. Bunların olmadığını da görünce bir sempati, acıma hissi oluştu." dedi.
2 / 45
Demokrasinin infazı 27 Mayıs darbesinden birkaç gün sonra Adnan Menderes ve arkadaşları Yassıada'ya götürülürken yanına er yerine muhafız subaylar görevlendirildi. Bu amaçla Deniz Harp Okulu'ndan yeni mezun olan sınıfın tamamı, donanmaya çıkmaya hazırlanırken Yassıada'ya gönderildi. Yeni mezun öğrencilere, Adnan Menderes ve Celal Bayar gibi önemli isimlerin odalarında birebir kalarak, burada önlem alma görevi verildi.
3 / 45
Bu subaylardan biri olan Mehmet Nuri Taşdelen, 15 ay görev yaptığı Yassıada'da Adnan Menderes'in yaşadıklarına yakından tanıklık etti.
4 / 45
Diğer subaylarla vardiyalı olarak gündüzleri 3 saat, geceleri 3 saat nöbet tutan Taşdelen, bu 3 saatin bir saatlik bölümünde ise Menderes ve Bayar'ın hücresinde nöbet tuttu. Adnan Menderes'in uyuyamadığını ve rahatsız olduğunu söylemesi üzerine Kasım 1960'da hücre nöbeti kaldırıldı. Bunun üzerine muhafız subaylar, hücresine konulan gözetleme penceresinden Menderes'i kontrol etmeye devam etti.
5 / 45
- Hapis cezasını göze alarak gizlice çekim yaptı
Yassıada'da geçirdiği günlerini ve o anlara ait gözlemlerini AA muhabirine aktaran 82 yaşındaki Taşdelen, tarihi bir dönemden geçildiği bilinciyle çok dikkatli olduklarını söyledi.
6 / 45
Fotoğrafa olan merakı nedeniyle Deniz Harp Okulu'nda fotoğraf çekme görevinin kendisinde olduğunu, bu nedenle Yassıada fotoğraflarını da kendisinin çektiğini anlatan Taşdelen, "Çok önemli günlerde her şeyi düzenleyerek, mizansen yapılarak çekilen fotoğrafların yeterli olmayacağını düşündüm. Menderes, Bayar ve bütün mahkumlar güzel giyinirdi, yataklar düzeltilirdi ve kamuya duyurulmak için fotoğrafları çekilirdi. Yassıada'daki gerçek durumu tespit etmek açısından gizli olmasına rağmen, fark edilmesi halinde ordudan atılma hatta hapis cezası alma ihtimalini bile göze alarak, 400'e yakın fotoğraf çektim." diye konuştu.
7 / 45
Taşdelen, Yassıada'da kendisinden önce görev yapan bir yedek subayın, çektiği fotoğrafları bir gazeteye verdiğini daha sonra yakalandığını, ordudan ihraç edildiğini ve hapis yattığını anımsattı.
8 / 45
Çektiği fotoğraflara ve o güne dair anılarına 2004 yılında yayınladığı kitabında yer verdiğini hatırlatan Taşdelen, "Yassıada'da sadece fotoğraf çekmedim. Orada günlük hayata ait birçok günlük, evrak, obje ve yazıları da sakladım. Ben, yüzbaşılıktan ayrıldım ve sivil hayata intikal ettim." dedi.
9 / 45
Yassıada'da yaşanan bazı olayların, kamuoyuna yanlış aktarıldığını savunan Taşdelen, şu örneği verdi:
10 / 45
"Yassıada'da yemeğe giderken, tek sıra gitme mecburiyeti var. Fatin Rüştü Zorlu sıradan ayrılıyor ve Hasan Polatkan da yürümeye başlıyor. İkisi de aynı davadan yargılanıyor, ikisinin arasında konuşmama emri var. Giderken, gelirken konuşmasınlar diye emir verildi bize. Bu sırada bir muhafız subay, Zorlu'yu uyarıyor tek sıra yürümeleri konusunda. Zorlu da 'Biz asker miyiz, bize emredemezsiniz.' diye karşılık veriyor. Tartışmanın büyümesi üzerine kavga çıkıyor ve muhafız subay, Zorlu'nun gözüne yumruk atıyor."
11 / 45
- "Sükut-u hauale uğradık"
Duruşmaları seyrederken, "bebek davası", "köpek davası" gibi incir kabuğunu doldurmayan şeylerin ortaya çıkarıldığını gördüğünü aktaran Taşdelen, "Sukutuhayale uğradık. Hep deniyordu ki 'Şunu yaptı, bunu yaptı', 'Şu kadar milyar kaçırdılar, şu kadar insan öldürdüler' diyorlardı. Bunların olmadığını da görünce bir sempati, acıma hissi oluştu." ifadelerini kullandı.
12 / 45
Adnan Menderes'in hücresindeki lambada bulunan ortam dinleme cihazı nedeniyle diyaloglarının "Yemek yer misiniz?", "İlacım nerede?", "Mektup geldi mi?" cümleleriyle kısıtlı olduğunu dile getiren Taşdelen, Menderes'e karşı manevi işkence de yapıldığını hatırlatarak, şunları anlattı:
13 / 45
"Mektuplarını çok geç verirlerdi. Bizi ne zaman görse 'Mektup yok mu?' diye sorardı. Doktor günde 3 kez ilaç verileceğini söylerdi. 'İlacım ne zaman gelecek?' diye sorardı, bir tedirginlik içindeydi. Ortam dinlendiği için konuşamayacaklarını işaretle anlattım. Ben o zaman nişanlıydım. Sağ elimdeki yüzüğü görmüştü. 'Seviyor musun?' diye bir işaret yaptı. Ben de ona işaretle yanıt verdim. 3-4 ay sonra yüzüğü sol elimde görünce, yine işaretle 'Evlendin mi?' diye sordu. Ben de ona 'evet' şeklinde yanıt verdim.
14 / 45
Menderes'in tutukluluğundan beri elinde söğüt ağacından yapılmış bir sigara ağızlığı var. Sigarayı içti, içti ve neredeyse kalmadı. Kendisine Sirkeci'den aldığım yeni bir ağızlık götürdüm. Nöbetim sırasında kendisine verdim ağızlığı. Bana teşekkür etti. Attığı eski ağızlığını onun izniyle aldım. Bu ağızlığı yıllar sonra oğlu Aydın Menderes'e hatıra olarak verdim."
15 / 45
Menderes'in, duruşmalardan ziyade ailesini merak ettiğini belirten Taşdelen, "Tedirgindi. İddianame üzerinde sürekli notlar tutardı. Avukatıyla haftanın 2-3 günü görüşürdü savunmalar için. Menderes idam edildikten sonra şahsi eşyaları valizlere kondu ama o iddianameler atılmıştı, ortadaydı. Ben onları sakladım." dedi.
16 / 45
- Menderes'in intiharını önledi
Yassıada'da görev yaptığı sırada herkesin fotoğrafını çektiğini ancak Menderes'in fotoğrafını çekemediğini ifade eden Taşdelen, merhum Başbakan'ın intihar girişimine ilişkin ise şu anıyı aktardı:
17 / 45
"Bu içime dert oldu. 15 Eylül sabahı duruşmaya çıkacaklar, orada kararlar bildirilecek. Başka bir imkan olmadığı için sabaha karşı çekmek istedim. Koridor nöbeti bana geldi. Kapıyı açtım, içeri girdim uyanmadı. Fotoğrafını çektim, uyanmadı. Tekrar çektim, hiç uyanmadı. Dikkatle baktım ağzından çıkan köpükler yastığın üzerinde toplanmış. Anladım bir anormallik olduğunu. Fotoğraf makinasını sakladım ve sıhhi ekibe bilgi verdim. 10 dakika içinde geldiler, midesini yıkadılar. Bir gün yoğun bakımda kaldı. 17 saat sonra kendine geldi. Komutan tabii çıldırdı, 'kim verdi bu ilaçları?' diye. Nöbette olan üç muhafız subay olarak biz suçlu görüldük.
18 / 45
Biz sorgulandık ama hiçbir şeyden haberimiz yok. Menderes'i koridora çıkardılar. Nasıl intihar ettiğini anlatmazsa, bizim suçlanacağımız kendisine söylendi. Menderes de bunun üzerine, kendisine verilen ilaçları biriktirdiğini açıkladı. Bu ilaçların bazılarını içtiğini, bazılarını da ceketinin içinde sakladığını söyledi. Ceketini ters çevirdiler. Yere bembeyaz ilaç tozları döküldü. Bu konuşmalar o gün teybe kaydedildi ve bu konu hakkında kendi el yazısıyla yazı da alındı."
19 / 45
- "İdamdan önce prostat kontrolü yapılmış"
Menderes'in idama götürülmeden önce sağlıklı olduğunu tespit etmek adına muayene edildiğini anımsatan Taşdelen, "Büyük hata orada yapılıyor. Birinci büyük hata; 33 ilaç içmiş, 17 saat komada kalmış bir insanın, tık tıkla kalbini dinleyerek, tansiyonuna bakarak muayene edilmesi çok anormal. Tam teşekküllü bir hastaneye götürülmesi gerekirdi. İkinci büyük hata ise ben görmedim ama prostat kontrolü yapılmış. Bu muayeneye ilişkin ses kayıtlarının da olduğu söyleniyor. Bu ses kayıtları devletin elinde var. Yapıldıysa çok büyük ayıp, idamla ne alakası var. Hakaret olarak yapılan, çirkin bir hareket." diye konuştu.
20 / 45
Taşdelen, "Maalesef geleneklerimize ve adetlerimize aykırı olarak gündüz vakti asıldı. O da büyük bir acıdır, faciadır." dedi.
21 / 45
- "Menderes'in yardımını gören kişiler, onun aleyhinde ifadeler verdi"
Menderes'in ailesiyle 2-3 kez görüştüğünü, bu görüşmelerin komutan odasında gerçekleştiğini belirten Taşdelen, sözlerine şöyle devam etti:
22 / 45
"Manevi olarak işkence yapıldığına bir örnektir. Ben, ne zaman görsem o fotoğrafı üzülürüm. Bir aile görüşmesinde eşi, iki çocuğuyla beraber ziyaret ediyor Menderes'i. Mizanseni şöyle yapmışlar. Komutan ortada koltukta oturuyor. Eşi bir tarafında, oğlu bir tarafında oturuyor. Menderes ayakta, böyle gariban gibi duruyor. Bir nevi manevi olarak ona acı çektirmiştir bu durum. Başbakanlık yapmış bir insanın, henüz suçu kesinleşmeden ailesinin yanında küçük düşürülmesini doğru bulmuyorum."
23 / 45
Bazı şair, gazeteci ve yazarların Yassıada'da ifade verdiğini hatırlatan Mehmet Nuri Taşdelen, "Üzülerek söylüyorum... Menderes'in her türlü yardımını gören kişiler, onun aleyhinde ifadeler verdi. İnsanın, vefa konusundaki duyguları tamamen değişiyor." değerlendirmesinde bulundu.
Demokrasinin infazı: 27 Mayıs mektup, telgraf ve mesajlardaki 27 Mayıs
27 Mayıs 1960 darbesinin ardından idam edilen merhum Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın 27 Mayıs 1960 darbesine giden süreçte ve darbenin ardından kaleme aldığı mektuplar, Türkiye'nin yakın siyasi tarihine ışık tutuyor.
Demokrasi ve milli iradeye 27 Mayıs 1960'ta vurulan darbenin etkileri, yargılamalar sırasındaki ifadelerin ve tanıklıkların yanı sıra döneme ait mektuplar ve telgraflar ile de çarpıcı bir şekilde gözler önüne serildi.
Menderes, Zorlu ve Polatkan'ın gerek darbecilere, gerek aile üyelerine hitaben yazdığı mektuplarda, o dönemki siyasi ortam ile idam edilen üç ismin duyguları tüm açıklığıyla dile getirildi.
MENDERES'İN SON MEKTUBU: ONLARA KIRGIN DEĞİLİM...
Merhum Adnan Menderes, idam edilmeden önce cuntacılara hitaben yazdığı mektupta onlara dargın olmadığını belirtti. Menderes, mektubunda şu ifadelere yer verdi:
"Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki 'Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir.' İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950'de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes'in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Buna rağmen duam sizlerle beraberdir."
ZORLU: ALLAH MEMLEKETİ KORUSUN
Dışişleri Bakanı Zorlu ise 16 Eylül 1961'de idam edilmeden önce annesi, ağabeyi ve eşi Emel Zorlu'ya hitaben yazdığı mektubunda, sakin ve huzurlu olduğunu, ailesinin de huzur içinde yaşamasının gönlünü daima rahat ettireceğini dile getirdi.
Zorlu mektubunda, "Bir ve beraber olun. Allah'ın takdiratı böyleymiş. Hizmet ettim ve şerefimi daima muhafaza ettim. Anne! Sevdiklerimi muhafaza edin ve Allah'ın inayetiyle onların huzurunu temin edin. Hepinizi Allah'a emanet eder, tekrar üzülmemenizi ve hayatta berdevam olarak beni huzur içinde bırakmanızı rica ederim. Allah memleketi korusun." ifadelerini kullandı.
VİCDANİ KANAATLERİMİZ SUÇLANDIRILIYOR
Maliye Bakanı Polatkan'ın yargılamalardaki iddialara ilişkin duyguları Yassıada'daki mahkeme tutanaklarına yansıdı. Polatkan, 2 Ağustos 1961'de yazılı verdiği savunmasında, Demokrat Partililerin Anayasayı değiştirmek ve diktatör bir rejime zemin hazırlamakla değil aslında vicdani kanaatleri ve inançları nedeniyle suçlandığını belirtti ve buna karşılık ölüm cezası talep edildiğini vurguladı.
Dünyadaki bütün iyi niyetli insanların mahkeme heyetinin vereceği kararla ilgileneceğini, kararnamede ve iddianamedeki söz konusu maddelerin kendisini ilgilendiren bir yönü olmadığını dile getiren Polatkan, "Bu kararınızı da kendisine inanan insanlara has, tam bir huzur ve imanla karşılamaya amadeyim. Tanrı kararlarınızda size yardımcı olsun ve sizi kararlarınızda isabetli kılsın." ifadelerini kullandı.
DEVLET ARŞİVLERİNDEKİ BELGELER
Mektuplar dışında telgraflar ve mesajlar da Yassıada yargılamalarının seyrine ilişkin fikir verdi.
Yassıada yargılamaları sırasında 29 Agˆustos 1955'te yapılan Londra Konferansı'na Türkiye'yi temsilen katılan Zorlu'nun, Menderes'e "Kıbrıs konusunda hükümetin elinin güçlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmasını talep ettiği" bir telgraf gönderdiği belirtildi ve bu telgraf, "6-7 Eylül olaylarının hükümet tarafından tertip edildiği" iddialarına dayanak gösterildi. Ancak yargılamalar sırasında bahsi geçen telgraf bir tu¨rlu¨ bulunamadı.
Zorlu, duruşmalarda bu telgrafı yalanlamadı, "tedbirler"den kastının diplomatik önlemler olduğunun altını özellikle çizdi ancak mahkeme heyetini ikna edemedi.
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünde yer alan belgeye göre Menderes, Zorlu'nun bu telgrafına karşılık 27 Ağustos 1955'te gönderdiği mesajda, Kıbrıs konusunda hükümetin asla taviz vermeyeceğini belirterek, "Memleketin büyük bir heyecanla ve yekvücut olarak üzerinde durduğu Kıbrıs davasının görüşülmesinde nokta-i nazarımızı liyakatla müdafaa edeceğinizden emin bulunuyorum." yazdı.
DARBECİ GÜRSEL'DEN MENDERES TEKLİFİ!
Darbeden yaklaşık üç hafta önce 3 Mayıs 1960'ta darbeci Cemal Gürsel, Kara Kuvvetleri Kumandanı sıfatıyla dönemin Milli Savunma Bakanı İbrahim Ethem Menderes'e bir mektup gönderdi.
Devlet Arşivlerinde yer alan mektupta Gürsel, Kayseri'nin Yeşilhisar ilçesinde darbeden 3 ay önce yaşanan ve darbeye zemin hazırlayan olayların vatandaşın ruhunda derin tesir ve hükümete karşı telafisi güç duygular yarattığını, bu durumun küçümsenemeyeceğini, cebir ve şiddetle geçiştirilemeyeceğini belirtti.
Mektupta, "Ülkenin huzur ve istikrarı için alınması gereken tedbir ve kararları arz etmeyi milli ve vatani bir vazife bildiğini" kaydeden Gürsel, Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın istifa etmesi, Cumhurbaşkanlığı görevine ise Başbakan Menderes'in getirilmesi gerektiğini ifade etti.
Gürsel, Menderes'i her şeye rağmen milletin büyük çoğunluğunun sevdiğini, bu sevgiden yararlanıp, kırılan gönüllerin alınması ve millete yeniden güven telkin edilmesi gerektiğini anlattığı mektubunda, yeni kabinenin kurulması, ordunun meseleleri hızlı bir şekilde halletmesi ve din istismarcılığından vazgeçilmesi uyarısında bulundu.
DARBE İÇİN TEŞEKKÜR MESAJI
Darbenin ardından Gürsel'in öncülüğünde kurulan hükümet tarafından, darbeyi yapan Milli Birlik Komitesi'ne (MBK), Bakanlar Kurulu kararınca bir teşekkür mesajı gönderildi. Devlet Arşivlerinde yer alan belgede, "Devlet Başkanı ve Başbakan Orgeneral Cemal Gürsel" imzasıyla gönderilen mesajda, iktidara gelince önceki hükümet döneminde memleket ve milletin nasıl bir karanlığın, felaketin ve kabul edilmez bir utancın eşiğinde olduğunun görüldüğü belirtildi.
Mesajda, MBK, ordu ve üniversitelerin "anlayış ve fedakarlığı kahramanlık mertebesine yükselten bir hareketle faciaya son verdiği ve bunu emsali görülmemiş bir asaletle gerçekleştirdiği" dile getirilerek, "Bu tarihi intikal devresinde vazifeye davet edilmiş olmaktan şeref duyduğumuzu, memleket ve milletin selameti için bütün varlığımızla çalışmaya kararlı bulunduğumuzu Milli Birlik Komitesine bildirmekle bahtiyarız." ifadelerine yer verildi.
24 / 45
25 / 45
26 / 45
27 / 45
28 / 45
29 / 45
30 / 45
31 / 45
32 / 45
33 / 45
34 / 45
35 / 45
36 / 45
37 / 45
38 / 45
39 / 45
40 / 45
41 / 45
42 / 45
43 / 45
44 / 45
45 / 45
1960 Darbesi'nin ardından Yassıada'da görev yapan "muhafız subay"lardan Mehmet Nuri Taşdelen, duruşmaları takip ederken, "bebek davası", "köpek davası" gibi incir kabuğunu doldurmayan şeylerin ortaya çıkarıldığını gördüklerini belirterek, "Sükut-u hayale uğradık. Hep deniyordu ki 'Şunu yaptı, bunu yaptı', 'Şu kadar milyar kaçırdılar, şu kadar insan öldürdüler'. Bunların olmadığını da görünce bir sempati, acıma hissi oluştu." dedi.
Türk demokrasi tarihinde kara bir leke: 27 Mayıs
Türk demokrasi tarihinin kara lekelerinden biri olan 27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden 59 yıl geçti.|26.05.2019
Türk demokrasi tarihinin kara lekelerinden biri olan ve Türk milletinin vicdanında derin yaralar açan 27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden 59 yıl geçti.
AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, 1946 yılının ocak ayında kurulan ve Mayıs 1950'de halkın büyük desteğiyle iş başına gelen Demokrat Parti (DP), 27 yıllık tek parti dönemini sona erdirdi. DP serbest seçimle iktidarı kazanan ilk siyasi parti oldu.
Seçimlerde DP yüzde 55 oy alarak 416 milletvekili ile Meclis'e girdi. Aynı seçimde CHP 69 sandalye kazanarak hüsrana uğradı.
İlk Demokrat Parti iktidarında Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Refik Koraltan TBMM Başkanı oldu. Birinci Adnan Menderes hükümeti 22 Mayıs 1950 tarihinde göreve başladı.
"Yeter söz milletin" sloganıyla halkın karşısına çıkan Demokrat Parti'nin ilk icraatlarından biri, Arapça ezanı serbest bırakmak oldu. Haziran 1950 tarihinde yapılan düzenlemenin Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından onaylanması neticesinde CHP'nin 1932'de çıkardığı "Türkçe ezan düzenlemesi" tarihe geçti.
Siyaseten güçlü şekilde icraatlara başlayan DP Hükümeti, Haziran 1950'de darbe hazırlığı yapıldığı gerekçesiyle TSK'nin komuta kademesini emekliye sevk etti. Emekliye ayrılan isimler arasında dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Abdurrahman Nafiz Gürman, Kara, Hava, Deniz Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı ile 15 general ve 150 albay yer aldı.
İcraatlar halkı memnun etti"Milli irade" kavramının odağa alındığı DP döneminde tarımda kullanılan traktör sayısı arttı. Makineleşme nedeniyle yaşanan tarımdaki mahsul artışı halkı memnun ederken, DP iktidarı sanayi, eğitim, sağlık ve ulaştırma konularında önemli adımlar attı.
DP-CHP arasında siyasi çekişmeler yoğun şekilde devam ederken DP'nin CHP'nin taşınır-taşınmaz mallarının Hazine'ye devri için yaptığı düzenleme, 1953 yılında Cumhurbaşkanı Bayar'ın onayıyla yürürlüğe girdi. Söz konusu adımla iki parti arasındaki uçurum derinleşmeye başladı.
Takvimler 2 Mayıs 1954'ü gösterdiğinde, Türk halkı yeniden sandık başına gitti. DP rekor kırarak oyların yüzde 57'sini aldı ve 502 milletvekili çıkardı. CHP ise hezimete uğradı ve sadece 31 milletvekili çıkarabildi. Bu tarihi yenilginin ardından itirazlar yüksek sesle dile getirilmese de oklar İsmet İnönü'ye çevrildi. İnönü de bu süreçten sonra muhalefetin dozunu artırdı.
Krizler başladıSeçim sonuçları ile gücüne güç katan DP, eş zamanlı olarak ekonomik krizin sinyallerini de almaya başladı.
DP ile TSK arasında gerilimler yaşansa da Başbakan Menderes bunları çözmek için çalıştı ancak ordu içindeki rahatsızlık artmaya başladı.
Parti içi anlaşmazlıklar sonucunda DP'den ayrılan 19 milletvekili, Hürriyet Partisini kurdu. Bu sırada ülkedeki ekonomik kriz, halkta da büyük rahatsızlık yarattı.
6-7 Eylül olaylarıSelanik'te Atatürk'ün doğduğu evin yanındaki Türk Konsolosluğu'nun bahçesine atılan iki bombadan birinin patladığı, evin ve konsolosluk binasının camlarının kırıldığı dedikodusunun yayılmasından sonra Ankara, İstanbul ve İzmir'de halk sokağa döküldü.
6-7 Eylül 1955'teki olaylarda, Beyoğlu başta olmak üzere azınlıkların yaşadığı semtlere, kiliselere ve mezarlıklara saldırılar oldu. Bunun sonucunda birçok azınlık mensubu Türkiye'yi terk etti.
Ordunun darbe hazırlığı Menderes'e de ulaştıDP'nin iktidara gelmesinin ardından bir grup subayın ordu içinde kurduğu cunta, süreç içinde giderek varlığını hissettirmeye başladı.
Ordunun darbe hazırlığı içinde olduğu bilgisi Menderes'e de ulaştı.
DP iktidarına karşı darbe düzenlemek amacıyla bir araya gelen cuntanın bu girişimi, Binbaşı Samet Kuşçu’nun ihbarı ile akamete uğrarken bu olay tarihe "9 subay olayı" olarak geçti.
9 Subay olayı sonrasında Cumhurbaşkanı Celal Bayar, olayın vehametini anlayarak Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin’in istifasını sağladı. Yerine Adnan Menderes’le bir akrabalık bağı olmayan ancak aynı soyadını taşıyan yakın arkadaşı Ethem Menderes getirildi.
Menderes'in uçağının düşmesi krizleri ötelediSiyaseten gerilimler sürerken yaşanan bir kaza, tüm krizlerin bir süreliğine askıya alınmasına yol açtı. 1959'un şubat ayında, Kıbrıs Anlaşması'nı imzalamak üzere Londra'ya giden Menderes'i ve heyetini taşıyan uçak, Gatwick Havalimanı'na inişe geçtiği sırada düştü.
Menderes kazadan sağ kurtulurken ülkeye dönüşünde hem siyasilerin hem halkın coşkulu karşılamasıyla moral buldu. Bu süreçte Menderes'e yurt dışında birkaç aylığına tedavi edilmesi önerildi ancak Menderes, bu teklifi reddetti.
İnönü'nün "Büyük Taarruz" gezileriTüm bu gelişmeler yaşanırken CHP Genel Başkanı İnönü, Nisan 1959'da "Büyük Taarruz" adı verilen bir geziye çıktı. 48 milletvekili, partililer ve gazetecilerden oluşan grubun ilk durağı, Uşak oldu. Heyet burada hükümet tarafından organize edildiği öne sürülen bir grup gösterici tarafından protesto edildi ve İnönü bir göstericinin attığı taşla yaralandı.
Ancak bu olayın tren içinden yapılan bir provokasyon üzerine gerçekleştiği, yıllar sonra İnönü'nün Uşak gezisini izleyen gazetecilerden Güngör Yerdeş'in hatıralarında anlatıldı. Yerdeş, trenden bir şahsın perondaki Demokrat Partililere el hareketi yapması üzerine taş atma hadisesinin gerçekleştiğini, o taşın İnönü'ye değil, el hareketi yapan kişiye atıldığını kaydetti.
Bu saldırının yanı sıra İnönü, İstanbul'a dönüşünde arabasıyla şehre girerken bir grubun saldırısına uğradı, iddiaya göre olaya polis ve asker müdahale etmedi.
Üniversite öğrencilerinin gösterileriBu olayların ardından üniversite öğrencileri, hükümet aleyhine gösterilere başladı. İstanbul Beyazıt Meydanı'nda üniversite öğrencilerinin eylemi sırasında Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz, seken bir kurşunun başına isabet etmesi sonucu hayatını kaybetti. Emeksiz'in "polis kurşunuyla hayatını kaybettiği" yönündeki haberler dolayısıyla olaylar daha da şiddetlendi.
Yaşananlar nedeniyle İstanbul ve Ankara'da sıkıyönetim ilan edildi.
Ankara'da 5 Mayıs 1960'da bir öğrenci grubu, ''555K'' yani "5'inci ayın 5'inde saat 5'te Kızılay'da" koduyla gösteri düzenledi.
Menderes, eylemcilere hitap etmeye çalıştı ancak başaramadı. Öğrencilerin arasına girerek konuşmak isteyince, bir öğrenci Menderes'in boğazını sıktı. Menderes "Ne istiyorsun" diye sorduğu gençten "Hürriyet istiyorum" cevabını aldı. Menderes, tarihe geçen "Bir Başbakanın boğazını sıkıyorsun bundan ala hürriyet mi var?" ifadelerini ise burada kullandı.
21 Mayıs'ta da Harp Okulu öğrencileri sokağa çıktı ve Zafer Anıtı'na kadar ''sessiz" yürüyüş yaptı.
Bildiriyi Alparslan Türkeş okuduTüm bu gelişmelerin ardından TSK içerisindeki bazı general ve subayların oluşturduğu 38 kişilik Milli Birlik Komitesi, "DP'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü" gerekçelerini ileri sürerek 27 Mayıs'ta sabaha karşı yönetime el koydu.
Kurmay Albay Alparslan Türkeş tarafından 04.36’da Ankara Radyosu’ndan okunan bildiriyle ''ihtilal'' duyuruldu.
Bildiride, şu ifadeler yer aldı:
"Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekata Silahlı Kuvvetlerimiz, partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi, hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır."
Türk demokrasisine kara lekeMilli Birlik Komitesi (MBK) tarafından düzenlenen darbe neticesinde, demokrasi askıya alınırken Türkiye’nin uluslararası alanda itibarı yerle bir oldu.
İlk aşamada 38 kişiden oluşan ve Orgeneral Cemal Gürsel’in başkanlığını yaptığı MBK’nin üye sayısı daha sonra Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun girişimiyle, ordunun yönetimde kalmasını savunan 14 üyenin yurt dışına görevli gönderilmesiyle 23'e düştü.
MBK, her askeri darbede yapıldığı gibi Anayasa ve TBMM'yi feshetti, siyasi faaliyetlerini askıya aldı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, hükümet üyeleri, DP'li milletvekilleri, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun ile asker ve bazı üst düzey kamu görevlileri gözaltına alındı. Tüm tutuklular Yassıada'da hapsedildi.
28 Mayıs’ta Milli Birlik Hükümeti Cemal Gürsel başkanlığında kuruldu.
1 numaralı sanık Celal BayarAdeta Türk demokrasisinin yargılandığı davalarda toplam 15 yargıç ve 9 savcı görev yaptı. Yüksek Adalet Divanı’nın başkanlığını Salim Başol yaptığı duruşmalar Yassıada Spor Salonu'nda görüldü.
Celal Bayar 1 numaralı sanık olurken dönemin Başbakanı Menderes ise onun yanındaki sandalyede oturdu.
Türk halkı, demokrasi getireceğini iddia ederek demokrasiyi yargılayan davaları "Yassıada Saati" programıyla radyodan dinledi.
"Düşükler Yassıada'da" filmiDarbeciler bu süreçte tüm saygı ve terbiye kurallarını hiçe sayarak sanıklara "düşükler" şeklinde hitap etti. Mahkeme süreci devam ederken halk arasında sanıklara kötü muamele edildiği konuşulmaya başlandı.
Darbeciler kendilerini aklamak için "Düşükler Yassıada’da" ismiyle bir de film çekti. Sanıkların Yassıada’ya gidişleri sırasında görüntü çekilmediği için Bayar, Menderes gibi isimlerin yeniden motordan indirilirken ve Ada’ya gelirken görüntüleri çekildi.
Zaten zor şartlar altında ayakta durmaya çalışan Bayar “Ben oyuncu değilim” deyip intihar girişiminde bulundu.
Sanıkların durumunu iyi göstermeye çalışan darbecilerin çektikleri videoda, Menderes için “Poz vermeden edemez, sofrasında kilosu 1000 liraya satılan siyah havyar bulunmamakla beraber Bayar iştahından bir şey kaybetmiş görünmemektedir.” ifadeleri de kullanıldı.
Bu sözlerin yer aldığı videoda ise Menderes’in yüz ifadesi aslında tüm gerçekleri sessiz şekilde haykırıyordu.
Her türlü izanı kaybeden darbeciler, sanıklara ait 37 fotoğrafı açık artırma suretiyle gazetelere ve dergilere o zamanın parasıyla 298 bin 658 liraya sattı.
Bebek ve köpek davalarıYassıada’daki mahkemelerde ilk davalar "bebek" ve "köpek" davaları oldu. Dönemin Başbakanı Menderes’in opera sanatçısı Aynur Aydan’dan olan çocuğunu bilerek öldürttüğü iddiası, Aydan’ın cesurca Menderes’i savunmasıyla çürütüldü.
Köpek davasında ise Celal Bayar, değeri bilirkişi tarafından bin lira olarak tespit edilen hediye köpeğin, 20 bin liraya hayvanat bahçesine satılması nedeniyle suçlandı.
Bayar o gün mahkemede "Bu kadar küçük bir meseleden dolayı, böyle yüksek mahkemenin huzuruna çıktığım için en büyük cezayı çekmiş bulunuyorum." sözleriyle davaya ilişkin duygularını anlatacaktı.
Yassıada Hakimi Salim Başol: "Başbakan Köşk’te oturmalı mı?"Bu süreçte Menderes başta olmak üzere bütün sanıklara savunma hakkı tanınmadı. Davalar Hakim Başol’un "Anlatın, buralara cevap verin" sözleri üzerine "Arz edeyim efendim" şeklinde iddialara cevap vermeye çalışan Menderes’in sözleri hep "Kısa kes" cümleleriyle kesildi.
Beş ay sonra ilk kez hakim karşısına çıkarılan Menderes ise ruh halini şu sözlerle anlatacaktı:
"Dört-beş aydan beri tamamıyla tecrit vaziyetinde bulunuyorum ve tek bir odanın içinde ve günün 24 saatinde her saat değişen bir nöbetçi subayın nezareti altında hiç kimse ile konuşmak imkanı mevcut olmamak şartı ile yaşıyorum. Bu itibarla konuşma takatim hakikaten zaafa uğramış bulunuyor."
Duruşmalar sırasında, Başbakanlık Konutu'nun mutfağına tavuk tüylerini temizlemek için alınan "cımbız" bile konu edildi. Başbakanlık Konutu olarak kullanılan Camlı Köşk'teki yabancı devlet adamları ve büyükelçilere verilen yemeklerin neden örtülü ödenekten karşılandığı soruldu.
Bunların israf olduğunu savunan Hakim Başol, "Bir Başbakan illa köşkte mi oturmalı? Barakada oturun! Cımbız, köşkte oturmanın icabı mıdır?" sorularını yöneltti.
Mahkeme heyeti 592 sanıktan 288'i için idam istediYassıada'daki yargılamalar, 14 Ekim 1960'ta başlayıp 15 Eylül 1961'de karara bağlandı. Toplam 19 dosyada toplanan davalar, "anayasayı ihlal" davasıyla birleştirildi.
Tutuklular "vatana ihanet, meclis iç tüzüğünün değiştirilmesi, Kırşehir'in ilçe yapılması, CHP’nin mallarına el koymak"tan suçlu bulundu. Yassıada duruşmalarında 6-7 Eylül olaylarından da DP sorumlu tutuldu.
592 sanıktan 288'i için idam istendi. Kararı açıklayan Yüksek Adalet Divanı, 15 sanığı idam cezasına çarptırdı.
Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, eski Başbakan Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın idam kararları oy birliğiyle alındı.
Celal Bayar hakkındaki karar, yaş haddi nedeniyle müebbet hapis cezasına çevrildi. Eski TBMM Başkanı Refik Koraltan, eski TBMM Başkanvekilleri Agah Erozsan, İbrahim Kirazoğlu, eski Tahkikat Komisyonu Başkanı Ahmet Hamdi Sancar, eski Tahkikat Komisyonu üyeleri Nusret Kirişçioğlu, Bahadır Dülger, eski bakan Emin Kalafat, eski milletvekilleri Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman ile eski Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun hakkındaki idam kararları ise oy çokluğuyla alındı.
Aralarında eski bakan, eski milletvekilleri, Tahkikat Komisyonu üyeleri, İstanbul Valisi ile İstanbul Belediye Başkanı'nın da bulunduğu 31 sanık hakkında ise müebbet hapis cezası verildi. Sanıklardan 92 kişiye 20 yıl ile 6 yıl arasında ağır hapis, 94 kişiye 5 yıl ağır hapis cezası verildi. Bazı sanıklar kısa süreli hapis cezasına çarptırılırken bazıları da beraat etti.
Birçok yabancı ülke lideri, idamların durdurulması için Cemal Gürsel başkanlığındaki Milli Birlik Komitesine defalarca çağrıda bulundu. Bunun üzerine Komite, Celal Bayar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındakilerin idam cezasını affetti. Celal Bayar'ın cezası yaş haddi nedeniyle ömür boyu hapse çevrildi.
Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961'de sabaha karşı, merhum Menderes ise İmralı Adası'nda 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden sağlam raporu alındıktan sonra saat 13.21'de idam edildi.
Yassıada Komutanı Güryay: "Darağaçları İmralı’ya bir ay önce gönderildi"Dönemin Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay darbeden 25 yıl sonra yapılan bir röportajda o döneme ilişkin önemli bir itirafta bulunacaktı. Mahkemenin sonucunun daha önceden belli olduğunu sinyalini veren Güryay, tarihe geçecek "İdamlardan ne kadar önce gönderildi darağaçları oraya?" sorusuna, "Bir ay önce falan gönderildi" diyecekti.
Güryay, Zorlu için "Fatin Rüştü Zorlu o kadar mertçe gitti ki. Bunu anlatmak mümkün değil. Hoca Kuran okurken yanlışını çıkardı. Çok metin adamdı. Korkmadan, 'Allah memlekete hayır versin' diyerek gitti" ifadelerini kullanmıştı.
İtibarı 1990'da iade edildiTBMM tarafından 11 Nisan 1990'da kabul edilen bir kanunla Adnan Menderes ve onunla birlikte idam edilen arkadaşlarının itibarları iade edildi. Aynı kanun uyarınca Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun naaşları, 17 Eylül 1990'da İmralı'dan alınarak devlet töreniyle İstanbul Vatan Caddesi'nde yaptırılan anıt mezara taşındı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk darbesinin üzerinden geçen 52 yılın ardından 11 Nisan 2012'de TBMM'de Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu kuruldu. Komisyonda, 27 Mayıs 1960 Darbesi ve 12 Mart 1971 Muhtırası Alt Komisyonu da çalışmalarını tamamladı. Bu arada, TBMM Hukuk Hizmetleri Başkanlığı, eski Başbakan Adnan Menderes'in idam kararının iptalinin mümkün olmadığı ancak yargılamanın yenilenmesinin uygun olacağı yönünde 2 Ocak 2013'te Dilekçe Komisyonu'na görüş bildirdi.
Görüş yazısında, Yüksek Adalet Divanı kararlarıyla ölüm cezasını oy birliği ile tasdik eden Milli Birlik Komitesi kararlarının TBMM tarafından iptal edilmesinin mümkün bulunduğu ifade edildi. Yazıda, Adalet Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı ve Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü ile yapılan yazışmalar sonucu temin edilecek belgeler ile dosya içeriğinde yer alan belgelerin ayrıntılı tetkiki neticesinde 5271 sayılı Kanun'da sayılan nedenlerin bulunması halinde yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilmesinin uygun olacağı kaydedildi.
Adnan Menderes'in Yassıada duruşmalarında avukatlığını yapan ve daha önce de TBMM'ye dilekçe sunan avukat Burhan Apaydın, TBMM Hukuk Hizmetleri Başkanlığının ''Yeniden yargılama yapılabilir'' görüşü üzerine, yeni bir başvuruda bulunarak "Yassıada kararlarının yok sayılmasını" istedi.
27 Mayıs tarihimize kara bir leke olarak geçen, dönemin Başbakanı Adnan Menderes ile iki Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamıyla sonuçlanan 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin 60. yıldönümü…
Zihinlerde Arapça Ezan yasağını kaldıran Başbakan olarak yer edinen merhum Başbakan Adnan Menderes hükümetine yapılan bu darbe aslında milli iradeye yapılan bir saldırıydı.