PROVOKASYON 'A BÜYÜK DİKKAT
İşte tam da böylesi bir kaos planının tartışıldığı dönemde Hürriyet gazetesi de provokatif haberleriyle sahnedeki yerini aldı. Hürriyet'de de sicili bozuk bir muhabir adı öne çıktı. Giydikleri kıyafetten ötürü uğradıkları sözlü ve fiziksel şiddeti protesto etmek için bir araya gelen kadınların, geçen Cumartesi günü 'Kıyafetime karışma' şiarıyla düzenlediği eylem sırasında, basına ilginç bir haber servis edildi.
PROVOKASYON 'A BÜYÜK DİKKAT
Giriş Tarihi: 01.08.2017 07:54 Son Güncelleme Tarihi: 01.08.2017 10:00
Provokatif haberlere imza atan Hürriyet muhabiri Alkaç kimdir?İstanbul Maçka Parkı'ndaki etek provokasyonu ve sonrasındaki 'Kıyafetime Karışma' eylemi ile Şanlıurfa Siverek'te sarıklı birinin tahrayla Atatürk Heykeli'ne saldırması, dış güçlerin FETÖ'nün hayali kaos planını sahneye koymak için düğmeye bastığını gösterdi. İki olayın da Büyükada'da 5 Temmuz'daki provokasyon toplantısı sonrası ortaya çıkması ise şüpheleri artırdı. Yaşanan iki olay, Türkiye'de 28 Şubat 1997 darbesi öncesi yaşanan Fadime Şahin ve Müslüm Gündüz provakasyonları ile 2013 yılında Taksim Gezi Parkı eylemleri öncesi toplumu germe girişimlerini hatırlattı. İki provokasyon da Büyükada'da 5 Temmuz'da yapılan provokasyon toplantısı sonrası atılan ilk adımlar olarak değerlendiriliyor.
Sözde insan hakları savunucularından oluşan bir grup, 5 Temmuz akşamı Büyükada Ascot Otel'de bir araya geldi. 15 Temmuz hain darbe girişimi gecesi CIA ajanlarının yaptığı Büyükada'daki gizli toplantı sonrasında yeni bir provakasyon toplantısı yapılacağı istihbaratını alan polis harekete geçti. Büyükada'da yeni bir Gezi kalkışmasının provoke edilmesiyle ilgili toplantı yaptığı bilgisi üzerine toplantıya baskın düzenlendi. İkisi Almanya ve İsveç vatandaşı olmak üzere 11 şüpheli gözaltına alındı. İstanbul 10'uncu Sulh Ceza Hakimliği, Büyükada'daki toplantıları sonrası gözaltına alınan 10 kişi adliyeye sevk edildi. Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser'in yanı sıra İsveç vatandaşı eğitmen Ali Gharavi, Yurttaşlık Derneği'nden Özlem Dalkıran, Alman vatandaşı danışman Peter Steudtner ve İnsan Hakları Gündemi Derneği üyeleri Veli Acu ile Günal Kurşun, 'silahlı terör örgütüne yardım etmek' suçlamasıyla tutuklandı.
YİNE HÜRRİYET YİNE O MUHABİR
İşte tam da böylesi bir kaos planının tartışıldığı dönemde Hürriyet gazetesi de provokatif haberleriyle sahnedeki yerini aldı. Hürriyet'de de sicili bozuk bir muhabir adı öne çıktı. Giydikleri kıyafetten ötürü uğradıkları sözlü ve fiziksel şiddeti protesto etmek için bir araya gelen kadınların, geçen Cumartesi günü 'Kıyafetime karışma' şiarıyla düzenlediği eylem sırasında, basına ilginç bir haber servis edildi.
O haber, İstanbul Beşiktaş'ta bulunan Maçka ve Demokrasi Parkı'nda, bir kadının giydiği kıyafetten dolayı, özel güvenlik görevlilerinin çeşitli müdahalesiyle karşılaşmasıydı. Bu müdahale sosyal medyada büyük yankı uyandırdı, tam da o süreçte toplumsal hassasiyetleri "kaşımak" için bir gazeteci devreye girdi. O müdahaleye uğrayan kadını konuşturdu, ülkede "kıyafet sorunu" varmış gibi eylemle eş zamanlı haberlere başladı.
O MUHABİR PROVOKATÖR MÜ?
"Maçka Parkı'nda neler oldu? Anlattılar…" başlığıyla verilen haber, şöyle bir göz attığınızda hemen fark edileceği üzere art niyet üzerine sarmanlanmış provokatif ifadelerle doluydu.
Haber ise, Hürriyet gazetesi muhabiri Fırat Alkaç imzalıydı.
"Türkiye'de kadınlar istedikleri kıyafetle dolaşamıyor, 'Kıyafetime karışma' protestosu yapılırken dahi bir kadının başına bu gelebiliyor, Türkiye'de özgürlük yok vb." algılarının yaratılmaya çalışıldığı aşikar olan bu haber, aslında Fırat Alkıç'ın ilk vukuatı değildi.
TARAF'TAN HÜRRİYET'E...
Cübbeli Ahmet Hocaya yönelik kumpas operasyonunda kullanılan ve kapatılan tetikçi gazete Taraf'ta bu yönde birçok haber yapan Fırat Alkaç, buradaki görevini tamamladıktan sonra ilginç biçimde yeni görev yerine gönderilmişti. 17-25 Aralık darbe operasyonlarının hemen öncesinde Taraf'tan Hürriyet'e "transfer" edilen Alkaç'ın sicili de FETÖ'ye uzanan kafa karıştıcı detaylarla dolu.
Kıyafet üzerinden yürütülen algı operasyonuyla eş zamanlı olarak Siverek'te piyasaya sürülen "Atatürk büstüne saldırı" gösterisinin arkasında da Doğan Haber Ajansı imzası var. Şanlıurfa Siverek'te uyuşturucu müptelası olan şahsın Atatürk büstüne saldırırken DHA'ya özel poz verdi. Olayın akşamında ise Hürriyet'in İstanbul Maçka Parkı'nda bir güvenlik görevlisinin bir kadının kıyafetine müdahale haberi servis edildi.
Maçka'daki provokasyondan önce de Hürriyet'in FETÖ'nün Taraf'ından "transfer" ettiği Alkaç, "Ramazan'da oruç tutmayana saldırı" konulu yine "kışkırtma" amaçlı bir habere imza atmıştı.
EŞ ZAMANLI TAHRİK
Atatürk büstüne yönelik yapılan bu saldırının Hürriyet Gazetesi tarafından yaygınlaştırılmak istenen "Hayat Tarzına Müdahale" tartışmalarına denk getirilmesi ise dikkat çekiyor. İstanbul Maçka Parkı'nda bir güvenlik görevlisinin parkta oturan bir kadının kıyafetine müdahale etmek istediği iddiasıyla aynı gün yaşandı.
İstanbul’da ‘Kıyafetime karışma’ eyleminin düzenlendiği sıralarda, bir kadının giydiği kıyafetinden dolayı müdahale haberlerini basına servis eden, provokatif haberlerin baş mimarı olan Fırat Alkaç kimdir?
31 Temmuz 2017 16:08 Pazartesi
Provokatör Fırat Alkaç
“Maçka Parkı’nda neler oldu? Anlattılar…” başlığıyla verilen haber, şöyle bir göz attığınızda hemen fark edileceği üzere art niyet üzerine sarmanlanmış provokatif ifadelerle doluydu.
Haber ise, Hürriyet gazetesi muhabiri Fırat Alkaç imzalıydı.
“Türkiye’de kadınlar istedikleri kıyafetle dolaşamıyor, ‘Kıyafetime karışma’ protestosu yapılırken dahi bir kadının başına bu gelebiliyor, Türkiye’de özgürlük yok vb.” algılarının yaratılmaya çalışıldığı aşikar olan bu haber, aslında Fırat Alkıç’ın ilk vukuatı değildi.
Taraf'tan Hürriyet'e...
Cübbeli Ahmet Hocaya yönelik kumpas operasyonunda kullanılan ve kapatılan tetikçi gazete Taraf’ta bu yönde birçok haber yapan Fırat Alkaç, buradaki görevini tamamladıktan sonra abi tarafından yeni görev yerine gönderilmiştir. 17-25 Aralık darbe operasyonlarının hemen öncesinde Taraf’tan Hürriyet’e sızdırılan Alkaç’ın yaptığı darbe haberleri arşivlerdeki yerini korumakta.
Oruç tutmayana saldırı, Cübbeliye iftira, Zekeriya Öz'ü aklama gibi, bütün provokatif ve halkı galeyana getirmeye sevk edici haberleri yapan Fırat Alkaç isimli şahsın aslında, arkasında kimlerin durduğunu tahmin etmek çok da zor değil.
Bakınız Türk hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle düşürülen Rus uçağının pilotunun öldürülmesinden sorumlu tutulan Alparslan Çelik'i İstanbul’da bir cenazede bulup, fotoğrafını çekip yayınlayan yine bu şahıs…
Şimdi soruyoruz: Sıradan bir muhabir, ancak istihbaratın bileceği böyle bir haberi nasıl alır?
Yapılacak olan oynanan oyunun farkına varmak, gazetecilik adı altında tetikçilik yapan Fırat Alkaç gibi isimlerin ise provokasyonuna gelmekten kaçınmak...
Çünkü böyle kanı bozuklar, Türkiye düşmanlığı için varlar ve ne yazık ki hep olacaklar.
Fetullahçı Terör Örgütü’nün üniformalı teröristlerince gerçekleştirilmek istenen 15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden tam 190 gün geçti...
Darbe gecesi Anadolu Yayıncılar Derneği tarafından düzenlenen ‘Uluslararası Medya Platformu’ toplantısına katılmak üzere Konya’daydım...
Akşam üzeri saat 21:00 sularında odama çekildim ...
Saat 21:30 sularında telefonum çaldı..
Arayan o günlerde Ankara Temsilcimiz Serdar Arseven’di. ‘Kadir Abi televizyonları izliyor musun’ diye sordu...
‘Ben de hayırdır’ dedim...
‘Televizyon aç’ dedi açtım... Baktım köprülerde tanklar fink atıyor...
İlk tepkim; “Bu kalkışmayı yapan ‘FETÖ’nün üniforma giymiş teröristleri’ oldu”...
...Ve daha sonra ilerleyen dakikalarda yanılmadığımı anladım...
Hemen gazeteyi aradım, yazı işlerindeki arkadaşlarım işin başında idi o saatlerde...
Ve ondan sonrası gelişmeler herkesin malumu...
Uzun uzadıya anlatacak değilim...
O gece uçaklar kalkmadığı ve hatta ertesi gün de kalkmadığı için pazar sabahı yani FETÖ mankurtlarının darbe girişiminden iki gün sonra ancak hızlı trenle gelebildim İstanbul’a...
Gazetemizin ve benim FETÖ’ye bakış açım özellikle 7 Şubat sonrası yaşanan kriz sonrası ne ise bugün de -fazlasıyla- öyle...
15 Temmuz alçak darbe girişiminin yıldönümü değil...
‘Bunları durup dururken niye yazdın’ diyenler olabilir...
İşte sebebi...
Pensilvanya’daki ABD beslemesi FETÖ’nün elebaşı Gülen teröristlerinin darbe girişimine kalkışmasının 190. günü...
15 Temmuz’dan bugüne kadar hem içerde hem de dışarda yüzbinlerce, belki de milyonlarca haber yapıldı...
O günden bugüne kadar, yüzbinlerce makale yazıldı...
‘HAŞHAŞİ ÖRGÜTÜ’NDEN
BETER BUNLAR
O günden bugüne kadar, başta Cumhurbaşkanımız Erdoğan FETÖ’nün bir ihanet şebekesi, bir Haşhaşi örgütünden daha beter olduğunu ve bunlarla mücadelenin herkesin görevi olduğunu defalarca tekrarladı her konuşmasında...
Başbakan Yıldırım, MHP Lideri Bahçeli 15 Temmuz’un bir kalkışma olduğunu, Türkiye’ye ihanet olduğunu defalarca vurguladılar özellikle tüm grup toplantılarında...
CHP ve HDP’nin 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili ikircikli bir tavır takındıklarını söylemeden de geçemeyeceğim...
15 Temmuz FETÖ darbesinin ardından birçok belediyenin, birçok kamu kurum ve kuruluşunun, birçok STK’nın, ihanet şebekesi FETÖ’nün darbe girişimini engelleyen milletin şanlı direnişini çıkardıkları kitap, dergi ve broşürlerle gelecek nesillere miras bıraktıklarına hep birlikte şahit olduk...
Bunların eksiği gediği yok muydu...
Elbette vardı...
‘HABERCİLER DARBECİLERE KARŞI
115 HABERCİ 15 TEMMUZ’U ANLATIYOR
İşte size bunlardan bir örnek:
Ümraniye Belediyesi tarafından ‘Haberciler Darbecilere Karşı 115 Haberci 15 Temmuz’u anlatıyor...
Tamı tamına 284 sayfa...
Bu kitap 19 Ocak 2016’da elime geçti...
Gündüz çok fırsatım olmadığı için akşam üzeri elime aldım ve karıştırmaya başladım kimler yazmış diye...
Genel yayın yönetmenlerinden yazarlara, TV haber spikerlerinden sokak muhabirlerine, acar muhabirlerden ara sıra makale yazanlara kadar kimi ararsan var...
Bazı gazetelerin birinci sayfalarının maketleri bile var...
İlk sayfasında önsöz tarzında; ‘Medyamız 15 Temmuz sınavını başarıyla verdi’ başlığı adı altında Başkan Hasan Can’ın fotoğrafıyla birlikte bir sunuş yazısı var...
“15 Temmuz’da en önemli hedeflerden bir ise medyaydı. Televizyonlar darbeciler tarafından basıldı. Hainlerin açtığı ateşte gazeteciler şehit düştü. Ancak haberciler de millet gibi dik durdu ve darbecilere karşı önemli bir sınavı başarıyla verdi.”
...Ve devam ediyor Can: “...10 Ocak Gazeteciler Günü’ne ithafen hazırlanan bu eserde haberci arkadaşlarımızın gözünden darbe girişimine ve milli iradenin şahlanışına tanıklık etme fırsatı bulacağız...”
115 habercinin, yazarın isimlerini tek tek yazacak değilim elbette...
Birçok isimle tanışıklığım da yok zaten...
Yani çoğunu da tanımam o muhabirlerin...
KİMLER VAR KİMLER...
Neredeyse her gün Cumhurbaşkanına hakaret eden, hükümete salvolar sallayan Fox Tv’den yazı yazan var...
Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a ve hükümete küfrü ve hakareti yayın politikası haline getiren, Rahmi Turan’ın bulvarı Sözcü’sünde yazı yazan var...
Yaptığı manipüle haberlerle zaman zaman gündem oluşturan Doğan Haber Ajansı’ndan yazı yazanlar var...
Ama; 15 Temmuz’un FETÖ darbe girişimi olduğunu ilk günden beri yazan haber yapan, Hakk’ın ve milletin sesi olan Yeni Akit’ten ne bir yazarın ne de bir muhabirin yazısı var...
Bunun yadırganacak bir durum olduğunu belirtmek isterim gazetenin genel yayın yönetmeni olarak...
Kitabı arkadaşlarımdan birisi de tetkik etmiş...
Gözüne Fırat Alkaç diye birisi çarpmış ve onunla ilgili bir de not iletmiş:
“HALKIN ARASINDAKİ
TEMİZ YÜZLÜ DARBECİ”...
Buyurun birlikte okuyalım...
Fırat Alkaç kimdir: Cübbeli Ahmet Hocaya yönelik kumpas operasyonunda kullanılan ve kapatılan tetikçi gazete Taraf’ta bu yönde birçok düzmece haber yapan Fırat Alkaç, buradaki görevini tamamladıktan sonra ağabeyleri tarafından yeni görev yerine gönderilmiştir. 17-25 Aralık darbe operasyonlarının hemen öncesinde Taraf’tan Hürriyet’e sızdırılan Alkaç’ın yaptığı darbe haberleri arşivlerdeki yerini korumaktadır. ‘Güzide cemaatlerimizden birinin mensubu olduğu’ iddiasıyla kendini kamufle etmeye çalışan Alkaç, ne hikmetse “Haberciler Darbecilere Karşı” isimli kitapta yer bulabilmiştir. Üstelik bu zat kendisine ayrılan sayfada cuntacıları alttan alta da övme küstahlığını göstermiştir. Öyle ki yazısının başlığı “Halkın arasındaki temiz yüzlü darbeci”... fazla söze gerek yok gibi...
FETÖ’nün hain darbe girişimi 15 Temmuz için “Halkın arasındaki temiz yüzlü darbeci”... diye yazan bile kitapta yer bulmuş; Ama...
Gerisi lafı güzaf beyler; lafı güzaf...
Allah’a emanet olun...
Selâm ve dua ile kalın...
Kasetle CHP’nin başına gelen Kemal Kılıçdaroğlu’nun ağzından çıkanları kulakları duymuyor sanki...
Son günlerde hem Meclis kürsüsünde hem de katıldığı televizyon kanallarında ‘doğruluğunu-eğriliğini’ araştırmadan ağzına gelenleri söyleyen, Anayasa Değişikliği oylanırken boy gösteren, ancak; oy kullanmayan Kılıçdaroğlu, ‘FETÖ’nün sözcüsü’ gibi konuşmaya başladı...
22 Mayıs 2010’da 33. CHP Olağan Kurultayı’nda 1189 oyun tamamını alarak CHP’nin 7. Genel Başkanı olan ve girdiği bütün seçimlerde hezimete uğrayan Kılıçdaroğlu için siyasiler ve gazeteciler geçtiğimiz günlerde şu ifadeleri kullanmıştı: “Başarısızlık psikolojisinin tezahürü. Halkta bir karşılık bulamayınca saldırganlaşıyor. Seviyesizliğin bir prototipidir...”
Aynen Kılıçdaroğlu’nu tarife ‘cuk’ diye oturan üç kelime...
Başarısızlık... Saldırganlık... Seviyesizlik...
Kasetle işbaşına gelen ve ‘ben kasetten masetten anlamam’ diyen Kılıçdaroğlu’na, kasetle koltuğundan alaşağı edilen Deniz Baykal katıldığı bir televizyon kanalında bakın neler söylemiş: “Bu işi çözmek istiyorsanız, dönemin Başbakanı’na ve Kemal Kılıçdaroğlu’na sorun” dedi.
Şimdi gelelim bugünlere...
15 TEMMUZ’A DARBE
DEMEYENLERE YUH OLSUN!..
7 Ağustos 2016...
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, parti liderlerini Yenikapı’daki ‘Demokrasi ve Şehitler Mitingi’ne davet etmişti...
Kılıçdaroğlu da ‘bin naz’ ile bu mitinge katılmış ve bir konuşma yapmıştı...
Orada Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere Başbakan Binali Yıldırım, MHP Lideri Devlet Bahçeli ve CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ‘Milli Birlik’ vurgusu yapmışlardı...
O günden bugüne köprünün altından çok sular geçti..
15 Temmuz’daki Fetullahçı Terör Örgütü’nün hain darbe girişimine ‘kontrollü’ diyerek ‘iyi ki yaptınız ama beceremediniz tüh size’ der gibi laflar etti ve darbe girişiminin ardında çıkarılan KHK’lar ile -akıllara ziyan- zihnindeki yorumu yaptı: “15 Temmuz kontrollü darbe girişiminden sonra, 20 Temmuz’da gerçek darbe yapıldı. 20 Temmuz’da hiç kimsenin unutmaması lazım. Parlamentodan OHAL yetkisinin alındığı tarih.”
Kılıçdaroğlu’na göre; FETÖ’cü hainler, 15 Temmuz’da Cumhurbaşkanımıza suikast hazırlığında olmamış...
Kılıçdaroğlu’na göre; FETÖ’cü hainler 250 vatandaşımızı şehit etmemiş...
Kılıçdaroğlu’na göre; FETÖ’cü hainler 2 bin 500 vatandaşımızı yaralayıp sakat bırakmamış...
Kılıçdaroğlu’na göre; FETÖ’cü hainler kendisinin de o çatı altında bulunduğu TBMM’yi bombalamamış vs...
Kılıçdaroğlu, bir de insanların aklıyla alay edercesine; ‘Yenikapı ruhuna ihanet etmeyen tek liderim’ diyerek salına salına geziniyor...
SEN İHANETİN KRALINI
YAPTIN KRALINI...
Şimdi soralım Kılıçdaroğlu’na:
Diyarbakır’da hendek kazanlara ve barikat kuran teröristlere ‘arkadaşlar’ diyerek onlara sahip çıkan sen değil miydin?..
Kanlı diktatör, yüzbinlerce insanın katili Beşşar Esad’a vekil gönderip, utanmadan el sıkışan ve poz veren senin adamların değil miydi?..
“Eleştirilere her zaman açığız” diyordun şimdi kalkmış “PKK Artvin’de bana saldırıyor, onlar da (havuz medyası)aynı mantıkla bana saldırıyorlar. Bunlar aklını kiraya vermişler. Kafalarının içinde beyin yok. Saldırmazsanız namertsiniz” diyerek hakaret ediyorsun...
...Ve ardından da ‘arkadaşlarım’ dediğin PKK’lılara kol kanat geren, onların sözcülüğünü yapan ve hatta onlara her türlü desteği sağlayan ‘terör medyası’na sahip çıkıyor, bu ülkenin birlik ve dirliğine destek veren -senin tabirinle- ‘havuz medyası’nı da, o PKK’lılarla aynı kefeye koyuyorsun Kılıçdaroğlu...
BELKİ ANLAMAZ DİYE...
Buna ancak ‘yuh artık’ denir yuh...
Yazıyı burada noktalama istiyordum ama; ‘yukarda yazdıklarımızı belki anlamamıştır’ diye o sorulardan bazıların bir kez daha soralım istedim Kılıçdaroğlu’na...
Baykal’ı kasetle götüren ve yerine oturan sen değil misin?..
FETÖ’cü hainlerin 15 Temmuz’daki darbe girişimine ‘darbe’ diyemeyen, ama bu ülkenin selameti için OHAL’le çıkarılan yasalara ‘darbe’ diyen sen değil misin?..
Gazetecilikle ilgisi olmayan, elinden gelse bu ülkeyi satmak için gözünü kırpmayan ‘Cumhuriyet’in çocuklarına’, Can Dündar gibi hainlere-casuslara sahip çıkan sen değil misin?...
FETÖ’NÜN SÖZCÜSÜ
GİBİ KONUŞUYOR
Bu ülkenin birlik ve beraberliği için mücadele edenleri terör örgütü PKK ile aynı kefeye koyan ve onları ‘beyinsizlikle’ suçlayan sen değil misin?..
Bunları söylerken ya aklın yerinde değildi ya da tam FETÖ’nün emrindesin...
Anlaşılan seni çok korkutmuş FETÖ’nün militanları Kılıçdaroğlu...
Son söz;
Meclis’te Yeni Anayasa görüşmeleri Genel Kurul’da tartışılırken, CHP’li vekiller korsan yayın yapmayı tercih ettiler...
İşte size bir Tweet’ten alıntı ve eklenti:
CHP’li vekilsen!
Canlı bomba önünde haber olursun...
Ya da GAY yürüyüşünde...
Ya da FETÖ ziyaretinde...
Ehh...
Bazen de böyle röntgenciliğin dibinde...
CHP’li vekilsen eğer!
600 binden fazla insanın Katil Eset’le objektiflere Şam’da poz verirsin..
Ya da Taksim’deki Gezi Parkı’nda...
Selam ve dua ile kalın...
El Kudsü lena... Canımız kanımız Kudüs... Ve bir anı...
Kenan illeri...
Peygamberimiz’in (sav) Mirac’a yükseldiği yerin adı...
Kenan illeri...
Hz. İsa’nın (as) göğe çekildiği yerin adı...
Kenan illeri...
Cömertlik timsali Halil İbrahim’in (as) medfun olduğu yerin adı...
Kenan illeri...
Mescidi Aksa’yı ilk inşa eden, rüzgara ve cinlere hükmeden Hz. Süleyman’ın (as) diyarı...
Bugünkü adıyla Filistin toprakları...
1948’yılından beri Siyonist İsrail’in boyunduruğu altında, yüzbinlerce Müslüman’ın yıllardır inim inim inlediği o mukaddes beldenin adı...
Yıllar önce, her dönemde ilgi odağı ve önemli bir merkez olmuş ve bundan dolayı da tarih boyunca 40 kez kuşatılmış, 26 defa el değiştirmiş mukaddes şehir Kudüs’ü ilk gördüğümde Merhum Akif İnan Ağabeyimiz’in;
‘Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu.
Varıp eşiğine alnımı koydum.
Sanki bir yeraltı nehri kaynıyordu.
Gözlerim yollarda, bekler dururum
‘Nerde kardeşlerim’ diyordu bir ses.
İlk kıblesi benim ulu Nebimin
Unuttu mu bunu acaba herkes...’
‘Mescid-i Aksa’ şiiri aklıma gelince duygulanmış ve ağlamıştım...
Kenan illerin dün de mahzundu bugün de...
‘KUDÜS ŞAİRİ’NE BÜYÜK VEFA
Akif inan Ağabeyimizin ‘vefalı dostları’ dün olduğu gibi bugün de yalnız bırakmadı ‘Kudüs Şairi’ni...
Eğitim Bir-Sen, Mehmet Akif İnan anısına ‘Kendi Sesinden Şiirler’, ‘Bestelenmiş Şiirler’, ‘Ezgi ve Şiirler’den oluşan 3 CD’lik ‘Mehmet Akif İnan Vefa Albümü’ adı altında çok güzel bir çalışma yapmış...
CD’nin üzerinde de 1940 yılında doğan ve 2000 yılında ahirete irtihal eden Mehmet Akif İnan Ağabey’in şu sözü kulaklara küpe olmalı:
Bütün giysileri yırtsak yeridir/ Yeter bizi vefa elbiseleri..
İşte size Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu’nun ağzından üç beş cümleyle Mehmet Akif İnan: “Milletin inancına ve değerlerine önem veren sendikacılığın temelini atan adam... Kendisini milletine ve ülkesinin hizmetine adamış, dava adamı, şair, yazar, düşünür önemli bir aksiyon adamı...”
6 Ocak’ta ‘Kudüs Şairi Mehmet Akif İnan’ı rahmetle andık...
Allah rahmet eylesin; makamı Cennet olsun...
******
YENİ BİR KANUNİ, YENİ BİR SELAHADDİN EYYUBİ BEKLİYOR
Kudüs’e gittiğimde o gün şöyle dua etmiştim...
“Yarabbi bu mukaddes mabedi ve Kudüs’ü İsrail zulmünden kurtar....
Bu mukaddes mabedi İsrail askerlerinin postalları altında ezdirme Allah’ım...
Allah’ım; huzuruna bu utançla, bu mahcubiyetle çağırma bizleri...
Müslümanlara basiret ver Allah’ım...
Buraya yeni bir Hz. Davut (as) gönder, yeni bir Hz. Ömer (ra) gönder, yeni bir Yavuz Sultan Selim gönder, yeni bir Selahaddin Eyyubi gönder, yeni bir kurtarıcı gönder ki, Kudüs yeniden eski günlerine dönsün, yeniden huzur ve barışın kenti olsun...”
Bugün de aynı duayı tekrarlıyor ve ‘amin’ diyor ve ekliyorum: “El Kudsü lena...” Canımız, kanımız Kudüs bizimdir...
ORTADOĞU’DA BARIŞIN YOLU; BAŞKENTİ DOĞU KUDÜS OLAN FİLİSTİN
Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü’nde, Filistinlilere yönelik ayrımcılık politikalarının artarak devam ettiğine dikkat çekerek şunları söylemişti: “1948 yılından bu yana, Filistinli kardeşlerimize yönelik baskı, tehcir ve ayrımcılık politikaları maalesef artarak devam etti. Bizim beklentimiz, tarihi olarak Filistinli kardeşlerimize ait olan toprakların iadesi için gereken adımların derhal atılmasıdır.
Ortadoğu’da kalıcı barış için tek yol, 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıdır. 400 yıl Kudüs’e adaletle hizmet etme bahtiyarlığına nail olan bir ecdadın torunları olarak, bizler her zaman Filistin’in yanında olacağız.”
SON SÖZ;
Peygamberlerin vatanı, Müslümanların ilk mescidi, Kudüs’e sahip çıkmak tüm ümmetin mesuliyeti altındadır...
Onun için de; Peygamberimizin “Yalnız üç mescide ziyaret için gidilir: Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve benim bu mescidim (yani Mescid-i Nebi)” buyurarak methettiği Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa’ya sahip çıkalım...
Selam ve dua ile kalın...
Allah’a emanet olun...
Bardakçı: Vatanıma ihanet etmedim
Yıl 1992...
O yıllarda Zaman Gazetesi’nde çalışıyordum...
Almanya’ya gittim ve orada bir ay kaldım...
Gazeteci Murat Bardakçı’nın babası İlhan Bardakçı, (İlhan Murat) mahlasıyla o dönemde Zaman Gazetesi’nde ‘Tarihten Bugüne’ isimli bir köşede yazı yazıyordu...
Zaman ve Milli Gazete o dönemde Frankfurt’ta Tercüman tesislerinde basılıyordu...
İlhan Bardakçı ile orada tanıştım...
İlk konuşmamızda ‘iyi bir hatip naif bir insan olduğu’ intibaını edindim...
Hani biz de bir tabir vardır ya; ‘Tam bir İstanbul beyefendisi’ aynen öyle...
Bundan dolayı da kendisine ‘İlhan Abi’ diye hitap etmeye başladım...
Kendisini gıyaben tanıyordum...
Böylece yüz yüze tanışma fırsatı buldum...
Aradan birkaç gün geçtikçe oturup daha uzun uzun konuşmalara başladık...
İlhan Abi; benim buraya gelişim malum gazete için; ‘ya siz neden buradasınız’ diye sordum...
O konuştu ben de dinledim...
İlhan Abi o günlerde hatırladığım kadarıyla çok üzgün ve biraz da mahcup edayla, Almanya’ya gelişini şöyle anlatmıştı: “Türkiye hakkında 1985’te bilgi ve belgeleri Irak ve Libya’ya sızdırdığım iddia edildi. Bundan dolayı Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Numaralı Askeri Mahkemesince ‘vatana ihanet’ suçundan tutuklandım. 15 yıla mahkum olunca da Almanya’ya yerleştim...”
Bu sözler o günlerde gazetelere de buna benzer sözlerle yansımıştı; tek farkla ‘İlhan Bardakçı Almanya’ya kaçtı...’
“Kaçma kelimesini asla kabul etmiyorum” diyerek o gün haberleri bu şekilde verenlere de ‘Kim ister vatanından ayrılmayı’ ifadelerini kullanarak sitemde bulunmuştu...
Çok sayıda kitabı olduğunu bildiğimiz İlhan Bardakçı, çok büyük bir kütüphanesi olduğunu da anlatmıştı bana...
Ve ben de sormuştum... ‘Ne yapacaksın o kütüphaneyi’ diye...
O da ‘Fransızlara bağışlayacağım’ demişti...
Nedenini sormamıştım...
O gün bugün hiç araştırmadım ve kimselere de sormadım...
Yani o kütüphanenin nerede olduğunu bilmiyorum açıkçası...
Ailesi son arzusunu yerine getirmek için 2001’de dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den affedilmesi için başvuruda bulundu...
Ama nafile...
78 yaşındaki İlhan Abi, 27 Şubat 2001’de vatan hasretiyle yanıp tutuştuğu memleketinden uzakta, Almanya’da dar-ı bekaya irtihal etti...
Bardakçı, Almanya’da, Avrupa Türk-İslam Birliği (ATİB) ve Türk Federasyon temsilcileri tarafından toprağa verildi...
Belli ki İlhan Ağabey doğduğu topraklarda gömülmek istemiş.. Ama bundan bir sonuç alamamış...
Allah rahmet eylesin...
Makamı Cennet olsun
Tüm bunları niçin yazdım...
Geçtiğimiz günlerde bir okurum, İlhan Bardakçı’nın bundan tam 44 yıl önce Kudüs’te yaşadığı bir olayı ele alan yazısını göndermişti...
Benim ve benim gibi onu takip edenlerin birçoğunun belki okuduğu-unuttuğu- ve eminim duygulandığı o yazıyı sizlerle paylaşmak istedim...
Buyurun birlikte okuyalım...
MESCİD-İ AKSA’DA NÖBETİ SÜRDÜREN SON OSMANLI
Yıllar önceydi, sene 1972
O zamanlar genç bir gazeteciydim. Türkiye’den bazı siyasiler ve işadamları İsrail’e resmi ziyarette bulunuyorlardı. Biz de gelişmeleri izlemek için oradaydık. Bir sıcak mayıs akşamıydı. Her ziyarette olduğu gibi sıradan bir işti anlayacağınız.
Ziyaretin dördüncü günü bize tarihi ve turistik yerleri gezdirmeye başladılar; kafile olarak Mescid-i Aksa’ya vardık. Heyecanlanmıştım asırlık merdivenlerden yukarı çıkarken. Üstteki avluya ‘on iki bin şamdanlı avlu’ diyorlar. Yavuz Sultan Selim Han, Kudüs’e gelince bu avluda on iki bin şamdan mum yaktırmış. Koca Osmanlı ordusu yatsı namazını o mumların ışığında kılmış, adı oradan geliyor.
Avlunun kenarında biri dikkatimi çekti. Doksan yaşlarında bir adam... Üzerinde kendinden daha yaşlı bir asker üniforması; her yanı yama içinde, hatta bazı yamaların bile tekrar yamanmış olduğu bir elbise... Asırlık ağaçların gövdesindeki halkalar misali yamaları yaşını göstermeye çalışıyordu sanki.
Orada ayakta bekliyordu, sırtına zorla yapıştırılmış gibi duran hafif kamburu da olmasa dimdik duracaktı. İki metreye yakın boyu ile yaşlıydı ama bir o kadar da vakur. Şaşırmıştım.
‘Acaba bu adam bu sıcakta güneş altında neden dikilip duruyor’ dedim içimden. Bizi gezdiren rehbere sordum; ‘Ben kendimi bildim bileli her gün buraya gelir. Akşama kadar bekler. Ne kimseyi dinler, ne de kimseyle konuşur. Sadece bekler, delinin teki herhalde’ dedi. Bu yaşta bu sıcakta sebepsiz beklemeyeceğini biliyordum. Bembeyaz sakalının hafif titremesi rüzgardan mıydı, senelerin bedene yüklediği ağır yükten mi bilemedim. Kafasında eski bir kalpak, sanki kanatlanıp gidecek bir kumru misali bekliyordu.
Konuşmakla konuşmamak arasında kararsız kaldım. Yanına yaklaştığımı fark etti, ama kımıldamadı. ‘Selamün aleyküm baba’ dedim. Başını biraz bana doğru çevirdi, durakladı ve çatallanmış titrek bir sesle “Aleyküm selam oğul” dedi. ‘Hayırdır baba sen kimsin, burada ne yapıyorsun?’ dedim. “Ben...” dedi titreyen bir sesle. “Ben, Osmanlı Ordusu, Yirminci Kolordu, Otuz Altıncı Tabur, Sekizinci Bölük, On Birinci Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Onbaşı Hasan’ım.” Sesinde titreme kalmamıştı. Genç bir askerin tekmil vermesi gibi tekrarladı: “Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan’ım. Bizim bölük Cihan Harbi’nde Kanal Cephesi’nden İngiliz’e saldırdı. Cânım ordu Kanal’da yenildi. Artık geri çekilmek elzem idi. Ecdat yadigârı topraklar bir bir elden gidiyordu. İngiliz, sonra Kudüs’e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs’te artçı bölük olarak bırakıldık” dedi.
Osmanlılar, İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde mübarek belde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakır. Eskiden bir kenti ele geçiren devlet, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmazmış. Zaten İngilizler de Kudüs’ü işgal ettikleri zaman halk çok tepki göstermesin diye küçük bir Osmanlı birliğinin şehirde kalmasını istemişler.
Sonra anlatmayı sürdürdü: “Bizim artçı bölük elli üç neferdi. Mütarekeden (Mondros Ateşkesi) sonra ordunun terhis edildiği haberi geldi. Başımızda kolağamız (yüzbaşı) vardı. ‘Aslanlarım, devletimiz müşkül vaziyettedir. Şanlı ordumuzu terhis ediyorlar, beni İstanbul’a çağırıyorlar. Gitmem gerek, gitmezsem mütareke emrini çiğnemiş, emre itaatsizlik etmiş olurum. İçinizden isteyen memleketine avdet edebilir, ama beni dinlerseniz sizden tek isteğim var: Kudüs bize Sultan Selim Han Hazretleri’nin yadigârıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk ‘Osmanlı da gitti, bundan sonra bizim halimiz nice olur!’ demesin. Fahri Kâinat Efendimiz’in ilk kıblesini Osmanlı da terk ederse gâvura bayramdır. Siz, İslam’ın şerefini, Osmanlı’nın şanını ayaklar altına aldırmayın’ dedi.
Bölüğümüz Kudüs’te kaldı. Sonra upuzun yıllar bir anda bitiverdi. Bölükteki kardeşler teker teker Cenab-ı Hakk’ın rahmetine kavuştu. Düşman değil de yıllar biçti geçti bizi. Bir ben kaldım buralarda. Bir ben, koca Kudüs’te bir Onbaşı Hasan” dedi.
Alnından akan ter, gözyaşına karışıyor, kırış kırış olmuş yüzünde kendi yol bulup akıyordu. Konuşmaya devam etti: “Sana bir emanet var oğul, nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?” dedi. ‘Elbette’ dedim. Sanki Türkiye’ye haber göndermek için birini bekliyordu. “Anadolu’ya vardığında yolun Tokat sancağına düşerse, Mescid-i Aksa’ya beni nöbetçi bırakıp burayı bana emanet eden kolağam Mustafa Kumandanımın yanına git. Ellerinden benim için öp ve de ki: ‘Kudüs’ü bekleyen 11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Nöbetini terk etmedi, tekmili tamamdır hayır dualarınızı beklemektedir kumandanım.’ de.” ‘Tamam’, dedim. Bir yandan gözyaşlarımı gizlemeye, öte yandan dediklerini not almaya çalışıyordum.
Nasırlı ellerine sarıldım sonra öptüm öptüm. ‘Allah’a emanet ol baba’ dedim. “Sağ olasın oğul. Bizim için dünya gözü ile o mübarek Anadolu’yu görmek mümkün değil. Var sen selam götür tanıdık tanımadık herkese” dedi. Kafileye geri döndüm, sanki bütün tarihimiz kitaplardan canlanmış da karşıma çıkmıştı. Rehbere durumu anlattım, inanamadı. Adresimi verdim, bu askeri takip etmesini, bir şey olursa bana mutlaka haber etmesini istedim.
Türkiye’ye gelince verdiğim sözü yerine getirmek için Tokat’a gittim. Askerî kayıtlardan Kolağası Mustafa Efendi’nin izini buldum. Vefat edeli yıllar olmuştu. Sözümü yerine getirememiştim. Ardından seneler birbirini kovaladı. 1982’de bir gün ajansa geldiğimde bir telgrafım olduğunu söylediler. Rehberden gelen bir tek cümle yazılıydı:
“Mescid-i Aksa’yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün öldü.”