FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI : 1999'da Siyaset Meydanı'nda FETÖ'yü anlattılar, başlarına neler geldi…
-18 Haziran 1999 tarihinde Ali Kırca'nın sunduğu ATV ana haber bülteni cemaat açısından şok geçirdikleri bir geceydi. Ali Kırca akabinde sunduğu Siyaset Meydanı'nda aşağıda isimleri geçen uzmanlarca konuyu değerlendirmişti. 23 Haziran 1999'da Ali Kırca Sabah gazetesinde şöyle yazmıştı: -'Son günlerin en can alıcı sorusu şudur: Düğmeye kim bastı? En çok merak edilen, en çok araştırılan, buna karşılık cevabı bulunamayan bu soruya en kestirme yanıtı verebilirim: Ben bastım.
FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI : 1999'da Siyaset Meydanı'nda FETÖ'yü anlattılar, başlarına neler geldi
Giriş Tarihi: 03.0.2014 11:41 Son Güncelleme Tarihi: 24.3.2018 15:46
O tarihte büyük tartışmalara sahne olan 18 Haziran 1999’da Ali Kırca’nın sunduğu Siyaset Meydanı’na katılarak FETÖ’yü anlatanların başlarına neler geldi, haklarında neler dendi, neler dediler…
SUNUCU ALİ KIRCA (KASET MAĞDURU)
18 Haziran 1999 tarihinde Ali Kırca’nın sunduğu ATV ana haber bülteni cemaat açısından şok geçirdikleri bir geceydi. Ali Kırca akabinde sunduğu Siyaset Meydanı’nda aşağıda isimleri geçen uzmanlarca konuyu değerlendirmişti. 23 Haziran 1999’da Ali Kırca Sabah gazetesinde şöyle yazmıştı:
“Son günlerin en can alıcı sorusu şudur: Düğmeye kim bastı? En çok merak edilen, en çok araştırılan, buna karşılık cevabı bulunamayan bu soruya en kestirme yanıtı verebilirim: Ben bastım.
Eğer geçen hafta konuyla ilgili bir Siyaset Meydanı programı yapmaya karar vermeseydim ve bunun sonucunda bazı kasetler ortaya çıkmasaydı, bütün bu gelişmeler yaşanmayacaktı. Öyleyse ‘Düğmeye ben bastım’.
Zamanlama da bana aittir. Kasetlerin derin devletin istemiyle yayımlandığı ya da uzun süredir elimizde olduğu ya da daha 40-50 kaset olduğu vb… Biliyorum ki hiçbiri doğru değil bunların…”
PROF. DR. NECİP HABLEMİTOĞLU (SUİKAST KURBANI)
1999 yılında ATV’deki programa katılan Prof. Dr. Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002’de fail-i meçhul bir suikaste kurban gitmişti. Öldürüldüğü için tamamlayamadığı Köstebek isimli araştırma kitabında Gülen hareketinin örgütlenmesini yazdı. Kitap, vefatından sonra bitirilememiş haliyle yayınlandı. İşte o programda söyledikleri ve Köstebek kitabının önsözü;
PROF. DR. TÜRKAN SAYLAN (ERGENEKON KUMPASI MAĞDURU)
Tıp doktoru, akademisyen, yazar, eğitimci, eski ÇYDD genel başkanı olan ve birçok konuda ödülleri bulunan ve yüzlerce yayını bulunan Prof. Dr. Türkan Saylan, Gülen yapılanması ile ilgili tehditleri dile getirdiği Siyaset Meydanı’nın konuşmacılarından biriydi. Yayında, “bunları konuştuğumuz için yarın başımıza ne gelecek, bilmiyorum” diyordu. Ergenekon kumpasının mağdurlarından oldu, aklandı. O dönem hakkında birçok iftira yayını yapıldı. Cemaat yayınlarından Todays Zaman, 2006’da ÇYDD’nin terör örgütü PKK’ya yardımcı olduğu, 2009’da ise Zaman Gazetesi ÇYDD kızlarının genç teğmenleri kontrol etmek için kullanıldığını belirtmişti.
ÇYDD davasında tüm dosyalar kopya çıktı!
O dönem ÇYDD Başkanı olan Türkan Saylan kanser tedavisi gördüğü hastaneden çıkarken şu açıklamalarda bulunmuştu:
“Hırsızlık güzel bir şey değil. Bir güzel kızımız okula başladığında evlenmiyorsa cemaatler biz bunu alacaktık, kapatacaktık, evlendirecektik diye bir düşünce var. Kızlarımızı Atatürk düşmanı yapmaya çalışıyorlar. Bazı basın bize iftira atıyor. AİHM’e başvuracağız.
Darbelerin Türkiye’den neler götürdüğünü gördük yaşadık. Ama hiçbir zaman istemeyiz böyle bir şeyi. Ama bunun bize kadar uzanması, belli basının iftirasıyla bugüne geldik. Ama bu balon patladı. Avrupa insan hakları’na kadar çıkacağız. Bütün dünya duymuş. Elimden geleni yapacağız.
Bunların hepsi sizler için. Giderken daha namuslu bir dünya bırakmak istiyoruz. Ülkemizi sattırmayız böldürmeyiz, hep birlikte bunun için çalışacağız.
Kafamda projelerimiz var, siz gençler için çalışıyoruz. Daha adaletli, adaletin tam işlediği, işkencenin olmadığı bir Türkiye istiyoruz. Biz bunları Atatürk’ün kızları olarak istiyoruz. O açıdan ÇYDD Atatürk ilke ve devrimlerini korumak için kuruldu.
Bir güzel kızımız okumaya başlayıpta 12/14 yaşında evlenmiyorsa o bir zarar veriyor cemaatlere. Her devrimin bir karşı devrimi olduğu gibi, cumhuriyet kurulduğundan beri cumhuriyetten zorluk görenler, hacılar hocalar, birden bire bir disiplinli rejime geçiliyor. Burada bir çok kişi mutlu oluyor ama birçok kişide kızıyor bu işe. Nefret ediyor bu sistemden.
Dinler insanlara temiz olmayı namuslu olmayı v.s öğretmeye çalışan bir sistem. Ama maalesef saptırılmış vaziyette. Her kafadan bir ses çıkıyor.
Kızları okutmamız cemaatlere zarar veriyor. Bu özellikler dinlerde yoktur. Dinler bize doğruluğu öğretiyor. Ama saptırılmış bir vaziyette. İnsanların ruhunu almaya çalışıyorlar. Her devrimin bir karşı devrimi var. Haksızlığı çocuklarımıza yapmamamız lazım. Bunların düzeltilmesi de eğitimle olur. Onun sistemi de düzelecek.”
Prof. Türkan Saylan, hastalığı ağırlaşmışken, gün doğmadan yapılan ev baskınından 35 gün sonra hayatını kaybetti. Son sözleri, “Ben bütün randevuları tamamladım. Bana düşen bütün görevleri yerine getirdim, ölüme hazırım” olmuştu.
EMEKLİ ORGENERAL KEMAL YAVUZ (ERGENEKON KUMPASI MAĞDURU)
1934 doğumlu Kemal Yavuz 1994 yılında emekli olduktan sonra köşe yazarlığının yanı sıra çeşitli televizyon programlarında strateji ve siyaset gibi konularda yorumculuk yaptı. Ergenekon davalarında “örgüt üyeliği” iddiasıyla tutuksuz olarak yargılandı. 5 Ağustos 2013 tarihinde yapılan karar duruşmasında 7 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum oldu. 30 Aralık 2013 tarihinde İstanbul’da vefat etti.
Yavuz, 18 Haziran 1999’da Siyaset Meydanı’nda Fethullah Gülen’in röportaj formatında olan ve toplatıldığını söyleyen “Küçük Dünyam” adlı kitabının detaylarını anlatmıştı. Emekli Orgeneral Kemal Yavuz 2012’de Fethullah Gülen’in 1999 tarihinde Ankara DGM’de yargılandığı davanın iddianamesinin kendisinde bulunmasına ilişkin şunları söyledi: “Fethullah Gülen ile neden ilgilendiğimi izah edeyim. Ben Yüksek Askeri Şura (YAŞ) üyesiydim ve 8 YAŞ toplantısına katıldım. İrtica faaliyetleriyle ilgili olduğu iddia edilen subay ve astsubayların dosyalarını inceledim. Savcılık ifadelerini dinlediğimde Fethullah Gülen adına rastladım. Ben Fethullah Gülen’in halk ve devlet açısından tehlikeli bir kişi olduğunu her zaman ifade ettim” demişti.
GÜLSEVEN YAŞAR (ERGENEKON KUMPASI MAĞDURU)
Ergenekon davasında hakkında kırmızı bülten çıkarılan ve 179 ülkede “Kırmızı Bülten”le aranan Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Gülseven Yaşer Odatv’ye 5 Ağustos 2014 tarihinde o programı ve sonuçlarını şöyle anlatıyor:
“Şimdi Gülay Göktürk’ten ya da diğerlerinden cemaati dinliyoruz. Daha önceleri de Ali Kırca’yı ve Ayşenur Arslan’ı yine bu kaset nedeniyle eleştiren gazeteciler oldu.
Bu kasetlerin daha önce kendilerine geldiğini, ama yayımlamadığını övgüyle anlatan meşhur bir gazetecimiz var: Reha Muhtar. Bu muteber şahsa, din adamı kisvesi altında çalışan birinin ülkenin anayasal güçlerini ele geçirme stratejisini anlatan görsel kaseti geliyor ve bir gazeteci olarak haber değeri taşıyan bu olayı kamuoyuna sunmuyor. Ve bununla da övünüyor.
Ve diğer bir duayen gazeteci de, vefat etmiş olan M.Ali Birand. Ali Kırca ve Ayşenur Arslan’ı eleştirerek, Onları 28 Şubatçı olmakla suçlamıştı. Oysa bu yayının, 28 Şubatçı haksız nitelemesiyle veya 28 Şubatçı olmakla hiç bir ilgisi yok. Çünkü, tamamen Sivil Toplum Kuruluşlarına gelen ve Fetullah’ın okul ve yurtlarında eğitim görmüş iki öğrenciyle başlayan olayların devamı.
Şimdi bakıyorum da, meğer sağduyu sahibi, gerçekleri görebilen ne kadar çok insan ve gazeteci varmış. Birdenbire, çok yükseklere taşınan malum şahsı ve cemaatini aşağılara sürüklediler ve hemen herkes ve pek çok kalem cemaat düşmanı oldular.
Bunlar, sinsice sürdürülen ve çağdaş Türkiye’nin tüm değerlerini yok edecek bir hareketin izlerini taşıyan Gülen’in onlarca kaseti yayınlanırken neredeydiler?
Küçük yaşta cemaatin eline düşen Anadolu’nun yoksul çocuklarının yaşam öykülerini hiç mi duymadılar, dinlemediler. İki tane cesur öğrencinin hayat hikayelerini yazdığı ve 206 Sivil Toplum Kuruluşundan oluşan Sivil Toplum Kuruluşları Birliği’nin 1998 yılında yayımladığı“HOCANIN OKULLARI” kitabını da mı görmediler.
Korku içinde basın mensuplarının karşısına çıkan ve yaşadıklarını birebir anlatan bu iki gence ne yazık ki bizlerden başka sahip çıkan olmadı. Yalnız bırakıldılar. Ve yine cemaatin eline düştüler. Diğer bir mağdur üniversite öğrencisinin, “Ceviz Kabuğu” televizyon programında söyledikleri de cemaatin gerçek yüzünü anlatıyordu.
Bütün belgeler ortadaydı. Ama bu kalemler, o zamanlar başka şarkılar söylüyorlardı. Gerçekten çok acı…”
Bu Gülen kasetiyle ilgili Ali Kırca ile birlikte ATV’de beraber yayımladığını belirten Ayşenur Aslan ise 7 Ağustos 2014’de Yurt Gazetesindeki köşesinde program hakkında şöyle değerlendirmede bulunuyor:
“Peki, 1999 yılında atv’de Ali Kırca ile birlikte yayınladığımız kasette ne diyordu Fethullah Gülen:
“ELE GEÇİRMEK İÇİN…”
“Arkadaşlarımızın mevcudiyeti İslami geleceğimiz adına bu işin garantisidir. Bu açıdan Adliye, Mülkiye veya başka bir hayati müessesede, bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. İstikbalde yürümek için sistemin püf noktalarını keşfedin. (..) Fuzuli kahramanlık yerine ele geçirmeyi tercih edelim. Bu nedenle Mülkiye ve Adliye’de çalışan arkadaşlarımız için bu çok önemlidir.”
Neymiş?!
Fethullah Gülen, o kasette devletin hayati müesseselerinden söz ediyormuş. “Ele geçirmekten” dem vuruyormuş. Dahası, bunları Adliye ve Mülkiye gibi, devlet aygıtının kilit yapılanmaları için söylüyormuş.
O dönemde, bu sözlerin anlamını çözmemek için ahmak olmak gerekirdi. Ya da başka hesaplar peşinde koşmak…
Oysa, o günlerden bugüne gerek Ali Kırca’ya gerekse bana 28 Şubat’ın –dolayısıyla askerin- maşası muamelesi yapıldı. Bizim, bu kasetin dışında 28 Şubat andıcındaki diğer “uydurulmuş haberlerin hiçbirine itibar etmediğimizi, yayınlamadığımızı” görmediler. Göstermediler.
ÇEKMECEDEN ÇIKARILDI
Dahası da oldu. 1999 yılında atv Haber’de birlikte çalıştığımız Mahmut Övür, bundan 6 yıl kadar önce kaset meselesini yeniden gündeme getirdi. İddiaları ve tartışmayı ısıttı. Ama kendisini “ben o sırada ayrılmak üzereydim” diye sıyırdı. Ve bizleri ihbar etti.”
ESKİ DGM (DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİ)SAVCISI NUH METE YÜKSEL (KASET MAĞDURU)
Nuh Mete Yüksel, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Savcısıydı. Son derece kritik konuları soruşturuyordu… Atatürk, Cumhuriyet karşıtlarına yönelik soruşturmalar açıyor, yürüttüğü soruşturmalar Türkiye’nin gündemini oluşturuyordu. Yüksel Gülen’in açıklamalarına yer verilen bu Siyaset Meydanı’ndan sonra o güne kadar kimsenin el atmadığı bir hazırlık soruşturmasını başlattı. Sanık Fethullah Gülen hakkında 11 Ağustos 2000 tarihinde ‘gıyabi tutuklama kararı’çıkardı. Nuh Mete Yüksel, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Özkök’e Fethullahçı yapılanmayı detayıyla anlattığını belirterek, “Orduda bu yapılanmaya sessiz kalındığını o an anladım. Ürkmüştüm” dedi. Arşivimde duran, “Okyanus Ötesindeki Vaiz” kitabımı yazarken de önemli ölçüde yararlandığım iddianamenin sayfalarını çeviriyor. Ve ağzından şu cümle dökülüyor: “Ben o zaman tehlikeyi görmüştüm…” Ve başlıyor anlatmaya…” Soruşturmanın başında 5-6 tanığım vardı. Bu örgütün içinde bulunmuş, yer almış, sonra ayrılmış gençler kendiliğinden gelmişti. Çok önemli bilgiler verip mahkemede tanıklık yaptılar. Kovuşturmanın bitmesine yakın tarihlerde hepsi tanıklıktan vazgeçti. Tehdit edilmişlerdi.Davamız 2 No’lu Ankara DGM’de devam ederken bilim insanı Necip Hablemitoğlu da öldürüldü. Necip Bey, Gülen konusunda çalışmalar yapmış bir insandı. Öldürülmeden önce ‘Köstebek’ isimli bir kitap yazmıştı. Hala Fethullahçı örgüt tarafından öldürüldüğü kanaatindeyim. Delillerinin de günün birinde ortaya konulacağına inanıyorum.”
2002 yılında Nuh Mete Yüksel kaset kumpası mağduru olmuştu. Soner Yalçın köşeyazısında o dönemi şöyle anlatmıştı:
İlk seks kaseti
Başbakan Erdoğan-Fethullah Gülen kavgasında konu seks kasetlerine de geldi:
Erdoğan isim vermeden Fethullah Gülen’i kastederek; “Bir taraftan Kuran, Allah, Peygamber diyeceksin; ama adın kasetlerle komplolarla anılacak” diye konuştu.
Fethullah Gülen’in resmi web sitesi Başbakan Erdoğan’a İslam’dan referanslar gösterip çok uzun bir yanıt vererek, iddiaları reddetti.
Peki…
İlk seks kaseti ne zaman ortaya çıktı?
Anımsıyor musunuz?
Kasetteki görüntüde bir savcı vardı!
Önemli bir davanın savcısıydı…
Ama önce dava konusuna bakalım:
“Adliye’ye Mülkiye’ye sızarak”
Tarih: 18 Haziran 1999
Atv televizyonu Fethullah Gülen’in çeşitli yerlerdeki ev sohbetlerinden oluşan kaset yayınladı. Şöyle diyordu:
– Arkadaşlarımızın mevcudiyeti İslami geleceğimiz adına bu işin garantisidir. Bu açıdan Adliye, Mülkiye veya başka bir hayati müessesede, bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp, öyle değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bizim varlığımızın bunlar nabzıdır.
– İstikbalde yürümek için sistemin püf noktalarını keşfedin. Bu sistem içinde arkadaşlarımız istikbale yürüyeceklerdir. İster Adliye’de ister Mülkiye’de arkadaşlarımızın gittikleri yerlerde daha rahat iş yapmaları, tutulmaları; kaymakam ise vali olmaları; sıradan bir hakim iseler tekdir olunan bir hakim olmaları.
– Fuzuli kahramanlık yerine ele geçirmeyi tercih edelim. Bu nedenle Mülkiye ve Adliye’de çalışan arkadaşlarımız için bu çok önemlidir.
– İster Mülkiye’de ister Adliye’de ister diğer sahalarda böyle bir münasebetle bahsetmiştim. Arkadaşlarımızın mevcudiyeti İslami geleceğimiz adına o işin garantisidir. Yani bu açıdan, Adliye’de Mülkiye’de hayati müesseselerde bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti böyle bir mevcudiyetler gibi ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. Yani gelecek adına bizim o ünitelerde garantilerimizdir.
“Devlete alternatif sistem”
Tarih: 11 Ağustos 2000
Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Savcısı Nuh Mete Yüksel; bir yılı aşkın yaptığı soruşturmayı tamamladı (1999/420 hz. Numaralı 2000/192 Esas 2000/141 İd. numaralı); ve yukarıdaki sözleri ifade eden Fethullah Gülen hakkında yasadışı örgüt kurmak ve yönetmekten iddianame hazırladı.
Gülen bu iddianameden önce 19 Mart 1999’da ABD’ye gitmiş ve dönmemişti.
Nuh Mete Yüksel, bu nedenle Gülen hakkında gıyaben tutukluluk kararı çıkarılması için başvurdu. Ankara 2 No’lu DGM heyeti Gülen’in gıyaben tutuklanmasına karar verdi.
Gülen’in avukatları 16 Ağustos’ta İstanbul 2 No’lu DGM’ye itiraz ettiler. Ankara DGM’nin kararını İstanbul DGM 28 Ağustos’ta bozdu.
Üç gün sonra…
Savcı Nuh Mete Yüksel’in iddianamesini Ankara 2 No’lu DGM kabul etti ve dava açıldı (Esas No 2000/124).
“İlk etapta devlete karşı savaş vererek hedeflere ulaşmanın yıpratıcı olacağını teşhis eden sanığın; mevcut sistemi yıkma yerine devlet modeline uygun bir örgütlenme ile devlete alternatif bir sistem kurmayı hedeflediği; bu nedenle tüm devlet organlarında, yerel yönetimlerde, sivil sektörde örgütlendiği; ileride devlet yönetimini kontrol altına alabilmek için kısa vadede tüm kadrolara yandaşlarının getirilmesi veya bu kadroları işgal edenlerin kendine bağlanmasını hedeflediği…”
“Gülen tutuklanmalıdır”
Tarih:16 Ekim 2000.
İlk duruşma yapıldı.
Nuh Mete Yüksel, Fethullah Gülen’in tutuklanmasını istedi.
4 Aralık 2000 tarihli duruşmada; 29 Ocak 2001 tarihli duruşmada; 28 Mart 2001 tarihli duruşmada; 21 Mayıs 2001 tarihli duruşmada; 16 Temmuz 2001 tarihli duruşmada; 17 Eylül 2001 tarihli duruşmada; 6 Kasım 2001 tarihli duruşmada; 12 Kasım 20001 tarihli duruşmada; 26 Aralık 2001 tarihli duruşmada; 11 Mart 2002 tarihli duruşmada; 6 Mayıs 2002 tarihli duruşmada savcı Nuh Mete Yüksel hep Gülen’in tutuklanmasını talep etti.
Savcı Nuh Mete Yüksel her duruşmaya “Emniyet’te Fettullah Gülen örgütlenmesi” konusunda rapor hazırlayan müfettişleri ya da polisleri (Cevdet Saral, Osman Ak, Zafer Aktaş vs.) tanık olarak çağırdı.
Bir sonraki duruşmada tanık olarak dönemin Terörle Mücadele Şube Müdürü Cavit Çevik ile yazar Ergün Poyraz’ın dinlenmesini talep etmişti ki…
Bir sonraki duruşmaya, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde halen sürdürülen Fethullah Gülen soruşturması dosyasını getireceğini söylemişti ki…
Polis “tesadüfen” buldu
Tarih: 3 Haziran 2002
Ankara’da kritik Fethullah Gülen duruşması beklenirken; İstanbul’da Terörle Mücadele Şubesi polisleri bir dernekte aramaya yaparken seks kaseti “buldu.”
Bu; Türkiye’nin ileride sıkça göreceği “bulunan” ilk seks kasetiydi.
İstanbul polisinin “bulduğu” seks kasetinde Fethullah Gülen davasına bakan DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in bir kadınla sevişme görüntüsü vardı.
Ankara’da bir avukatlık bürosunda çekilen 4 dakika 52 saniyelik görüntü tartışma yarattı. Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Laboratuvarı kasedin montaj olduğuna dair rapor verdi. Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Laboratuvarı ve Adli Tıp görüntüdeki kişinin savcı Nuh Mete Yüksel olduğu sonucuna vardı.
Fethullah Gülen dava duruşmasının yapıldığı, 21 Ekim 2002 günü Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) toplandı; seks kasetini seyretti ve Nuh Mete Yüksel hakkında kararını verdi: Nuh Mete Yüksel DGM savcılığından alındı. Yani ilgili davaya artık katılamayacaktı.
O gün mahkemede; esas hakkındaki mütalaasını hazırlaması için (son görüşünü söylemesi için) dosyanın soruşturmayı pek bilmeyen yeni savcıya verilmesi kararını aldı.
Savcı Nuh Mete Yüksel’e seks kaseti tezgahını kimin kurduğu hâlâ bir türlü ortaya çıkarılamadı.
Fethullah Gülen davası ne mi oldu?
Dava zaman’ın aşımına uğradı!..
Soner Yalçın
3 Ocak 2014
Kumpaslarla hayatı karartılan Çağdaş Eğitim Vakfı Onursal Başkanı Gülseven Yaşer, Sözcü gazetesinden Özlem Gürses’e önemli açıklamalar yaptı. İşte o söyleşi:
– 1999’da ATV Haber’in yayınladığı Gülen kasetlerini bize rahmetli Org. Kemal Yavuz getirmişti. Ona da siz mi vermiştiniz o görüntüleri?
Evet. Her şey 1998’de iki eski cemaat mensubu gencin, bize, yaşadıklarını anlatmasıyla başladı. İsmail Özdemir ve Serhat Özkan, Vakfa gelerek Işık Evleri ve Gülen Cemaati gerçeklerini anlattılar. Bu bilgiler ışığında biz “Hocanın Okulları” isimli kitabı hazırladık.
– O sırada davalar başlamış mıydı?
Tabii, kitap çıkınca kıyamet koptu! Bu çocukları da korkuttular, ikisi de ortadan kayboldu. Hayatta mahkeme görmemiş bizlere, 11 dava açtılar.
NE ACILAR ÇEKTİK TAHMİN EDEMEZSİNİZ
– Nerede acaba bu çocuklar şimdi?
Hiç bilmiyorum. Kitap çıkınca biz Hulki Cevizoğlu’nun yayınına katıldık, bu sefer o meşhur kasetler geldi elimize. Bursa’dan bir çocuk aradı, “Mustafa” diyorum ben ona, adını biliyorum aslında ama söylemek istemiyorum. Onun getirdiği kasetleri önce Show’a, Star’a götürdüm, hiçbiri ilgilenmedi, yayınlamadı. En nihayet Kemal Yavuz’dan rica ettim, Ali Kırca’ya ulaştık. Kasetler yayınlandı. O andan itibaren ne acılar çektiğimi tahmin edebilirsin.
FETÖ MEDYASI BİZE SÜREKLİ SALDIRIYORDU
– Ne oldu mesela?
Evim defalarca kurşunlandı, failler bulunamadı. Bu arada denetimler geliyor maliyeden, FETÖ medyası sürekli “ÇEV’i kapatın” diye baskı yapıyor. Biz çocuklara burs verirken soruyormuşuz, “Siz Cumhuriyet’e bağlı mısınız?” diye. Evet, çünkü biz bu parayı bunun için vakfettik. İstanbul Emniyeti’nden bana randevu aldı Sadettin Tantan, derdimizi anlatmak için. Müdür Yardımcısı Ramazan Akyürek’ti! Nereden bileyim, anlattık. Bir hafta sonra bir adam geldi Emniyet’ten “Teşkilatın tümünü Fetullahçılar ele geçirdi, size yardımcı olmak istiyorum” diye. Meğer kütüphanemize PKK broşürleri koymuş, baskın yaptılar, Yönetim Kurulumuz DGM’de PKK’ya yardımdan yargılandı.
SES KAYITLARI, İFADELER HER ŞEYİ ALDILAR…
– O dönemde PKK ile FETÖ’nün bir bağlantısı var mıydı acaba?
Zannetmiyorum, sonradan ittifak yaptılar. PKK’nın olduğu yerlerde Fetullah okullar açtı. PKK her yeri yakarken bu okullara hiçbir zarar vermedi.
– Nasıl ve niye gittiniz ABD’ye?
Bütün bu olaylar sonunda tiroid kanseri oldum. Tedaviye başladım. Nüks ediyordu, hâlâ boğazım kötü. 2009’da tedavi için Amerika’ya gittim. Yaşar, eşim yani, beni almaya geldi, tedavi bitecek döneceğiz. 13 Nisan’da sekreter telefon etti, “Sizin evde ve vakıfta arama var” diye. Ne bir yetkili, ne bir avukat, 3 gün 3 gece didik didik etmişler her şeyi… Aramalarda, o çocukların bize anlattıkları, ses kayıtları, ifadeler, basın toplantıları, kitabın notları, her şeyi almışlar ve imha etmişler.
– Hiçbiri yok yani bugün…
Hiç. Anlaşılan bu aramaların nedeni buydu, kendileri ile ilgili suç unsurlarını ortadan kaldırmak. Bu olayları öğrendikten sonra nasıl gelip bunlara teslim olursunuz? Zaten tedavim de devam ediyordu. Çok zorlu günler geçirdik, 173 ülkede terörist olarak arandım, bu ne kadar acı bir şey biliyor musun? Interpol reddetti, 3 defa. Bir hakim Cihan Kansız, Amerika’ya bile gelmeye kalktı benim için. Interpol yine reddetti, bu siyasi bir davadır diye…
ÜLKENİN DEĞERLERİNİ HARCADILAR, SUÇLULAR
– Kaç senedir Amerika’dasınız?
6 yıl 8 ay. Her günü, her ayı sayıyorum. Bu arada kızımdan torunum oldu, onu bile göremedim. Türkiye özlemi, vatan özlemi bize öyle bir işlemiş ki, kahredici bir şey.
– Hakkınızda yazılar yazanlar bugün hapiste. Ne hissediyorsunuz bunları okuyunca, görünce?
Ben artık kimsenin şu ya da bu şekilde acı çekmesini istemiyorum. Bunlar uygar bir ülkeye yakışmayan şeyler. Ama bu kişiler, Nazlı Ilıcak, Altan kardeşler, Cengiz Çandar Türkiye’nin bu kardeş kavgasına sürüklenmesine neden olan kafalar. Bizlerin çabalarını iktidara yaranmak adına aşağıladılar, dalga geçtiler. Türkiye’yi, Türkiye’nin bütün çağdaş değerlerini harcadılar. Laiklik gibi, olmazsa olmaz bir değeri harcamak için her türlü imkanı kullandılar. Çok suçlular…
GENÇLERİMİZİ BİRER FAY HATTIYLA AYIRDILAR
– Bundan sonra ne olur Türkiye’de, siz ümitli misiniz?
Eğer olayları sadece seyredersek Türkiye’nin geleceği çok karanlık gözüküyor bana. Çocuklar arasında öyle bir ayrım gerçekleşti ki… Bir tarafta Atatürkçü çocuklar, diğer tarafta dini kurallarla yetişen çocuklar. Aralarında resmen bir fay hattı var.
‘GÜLEN’İ CİA KORUYOR’
– Ne tuhaf değil mi, emperyalizme karşı savaşırken kendinizi Amerika’da buldunuz?
Amerika beni siyasi mülteci olarak kabul etti. “Sana asla oturma izni vermezler” dediler, o sırada Obama ve Erdoğan’ın arası çok iyi. Ama öyle belgeler çıkardık koyduk ki, mülakatı yapan hukukçu, kahroldu kaldı. Oturma müsaadesi aldık, fakat günler geçmek bilmiyor. Bir gün ben attım kendimi sokağa, dolaşıyorum. Eşim Yaşar’a telefon açtım, “Ben keyif yapacağım, unutmak için” derken, Yaşar dedi ki “Gülseven, eve iki FBI ajanı geldi, şu anda buradalar.” İnanmadım tabii, atladım arabaya. İki tane pırıl pırıl, tertemiz giyinmiş genç adam, FBI’dan.
ABD, GÜLEN’İ VERMEZ BAŞKA ÜLKEYE YOLLAR
– Neden geliyorlar?
Çünkü ben terörizm suçlaması ile orada bulunuyordum. Dediler ki “sizi tanımaktan çok mutlu olduk, maalesef CIA Fetullah Gülen’i koruyor, ama biz her şeyi biliyoruz ve farkındayız.” Ne kadar şaşırdım anlatamam. FBI, CIA’nin bir projesi olduğunu biliyordu her şeyin. Kartlarını bıraktılar “hukuken güvendesiniz, sizi burada kimse rahatsız etmez” dediler. Hayretler içinde kaldık, teşekkür ettik, gönderdik.
– İade eder mi sizce ABD Gülen’i?
Etmez, edemez. Ama başka bir ülkeye gönderebilir diye düşünüyorum. Zaten mahkeme süreci de çok uzun sürecektir.
‘1988’DE 4 MİLYON ÇOCUĞU VARDI’
– Şu anda vakıf ne durumda?
O gençlerle bizim bağımızı koparmak için her şeyi yaptılar. Ama vakfımız açık, burs programı devam ediyor. Bu vesileyle bir de çağrıda bulunayım, hiçbir şey yapamıyorsanız, bir öğrenciye destek olun. ÇEV olur, ÇYDD olur, bir çocuğun elinden tutun. Bu bizim Atatürk’e olan borcumuz, Cumhuriyet’e olan borcumuz. Fetullah çok sinsice ve hiç denetimsiz kurduğu Işık Evleri ile hareketini bu noktaya getirdi. Eskinin pas tutmuş fikirleri ile bugünü dizayn etmeye çalışanlar bu okullardan çıkanlar.
– O zaman geleceğimiz daha da kötü. Çünkü şimdi eğitim tamamen bu oldu ve birkaç iyi okul da yok ediliyor…
Cumhuriyet’i yenmek adına kendilerini yok eden bir kitle, nerede okuyacak onların da çocukları? Çok yazık. Cehalet, insan potansiyelini ve enerjisini yok eden en büyük düşman. Türkiye’de cehalet aldı yürüdü. İsmail anlatırdı, “Hocam, Fetullah’ın şu anda 4 milyon çocuğu var.” Bakın daha o tarihte, 1998’te Milli Eğitim Gülen’in elindeydi. Hepsi çok yoksul, Anadolu çocukları bunlar. İsmail ile Serhat’ın anlattıklarına göre Atatürk’ün heykeline her sabah mecburi tükürtüyorlarmış bu çocuklara, düşünün.
– Devlet nerede bu sırada?
Devlet hikaye! Demirel dönemi ve hepsi, tarikatlara dayandılar oy almak için. Ecevit dahil. Biliyor musun o sözünü ettiğin Fetullah kasetlerini biz ilk Ecevit’e gönderdik, izlemedi bile! Biz, bu sonucu çok evvelden söyledik, iş dünyasına kaç mektup yazdık…
– İş dünyası neden dikkate almadı bu uyarıları?
Çünkü çıkarları her şeyin önünde… Çok sağlam bilgiler, kanıtlar gösterdik onlara, sayısız toplantı yaptık. Eğitim Komisyonlarına katıldık, anlattık, dedik ki “Yeşil sermaye denen bir şey var, bütün okulları ele geçiriyorlar, gelecek çok korkunç.” En sonunda TÜSİAD temsilcisi bize dedi ki “Peki bu okullar kârlı mı, onu söyleyin asıl!” Var mı ötesi, ne denir buna?