Avrupa'da yükselen aşırı sağ ve islamofobi
Özcan Hıdır tarafından kaleme alınan 'Avrupa'da 'Aşırı Sağ'ın Dinî-İdeolojik ve Tarihî Temelleri-Kökenleri' başlıklı makale Avrupa-Batı'daki Aşırı Sağ Grup-Partiler ve Temel Tezâhürleri-Karakteristiklerini açıklayarak islamofobi, göçmenfobi, Nasyonal Sosyalizm-Nazizm ve Irkçılık- Kültürel Irkçılık kavramları üzerinden tartışma yürütüyor. Makale de ayrıca Kitâb-ı Mukaddes'in radikal yorumları ve aşırı sağcı (Radikal-Extrem-Fundamentalist) Yahudi-Hıristiyan-Protestan-Evanjelik grupların aşırı sağ
Avrupa'da yükselen aşırı sağ ve islamofobi
Giriş Tarihi: 2.7.2018 07:35 Son Güncelleme Tarihi: 2.7.2018 10:40
Avrupa'da yükselen aşırı sağcılık ve islamofobi fikri Müslümanlar başta olmak üzere bölgedeki barışı ve huzur ortamını tehdit ediyor. Muhafazakâr Düşünce dergisi son sayısında bu konuyu ele aldı.
Muhafazakar Düşünce Dergisi son sayısında Avrupa'da hızla yayılan ''Aşırı Sağ ve İslamofobi'' konusunu özel bir dosya ile gündemine aldı.
Özellikle geçtiğimiz aylarda ortaya çıkan ve gündemi bıçak gibi kesen, Fransız aydınların Kuran-ı Kerim'den bazı ayetlerin çıkartılması talebi bu konuyu yeniden gündeme getirmiş, ve Fransa Eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin bu durumun içinde bulunması İslamofobi fikirlerin ne boyutta olduğunu gözler önüne sermişti.
Yayınlanan son sayısında Muhafazakar Düşünce Dergisi de özel bir dosya ile Avrupa'da ortaya çıkan bu sorunları ele aldı.
Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü, İlahiyatçı / Hukukçu Hasan Doğan ''Avrupa'da Aşırı Sağ ve İslamofobi'' isimli özel sayıda ''İslam Hukuku açısından Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar arasındaki ilişkinin dayandığı esaslar ışığında Savaş - Barış Kavramları'' başlığıyla kısa bir yazı kaleme aldı.
İslam'ın Hz. Muhammed (SAV)'in döneminde yer alan savaşta ve barışta gayrimüslimler ile ilişkileri düzenleyen bazı temelleri barındırdığını belirten Hasan Doğan, bu temellerin uygulanmasının günümüzde daha net anlaşıldığını kaleme aldı.
Özellikle savaşta ve barışa gayrimüslimlerle ilişkilerin belli prensiplere dayandırıldığını belirten Doğan, Müslümanların şiddet pozisyonuna yerleştirilmeye çalışılmasını eleştirdi.
İşte Hasan Doğan'ın O Yazısı;
İslam dini, mensuplarının aynı dünyayı paylaştıkları gayrimüslimlerle münasebetleri hususunda bazı esaslar belirlemiş ve düzenlemelere gitmiştir. Bu prensipler etrafında Hz. Peygamber (SAV)’in ve ilk Müslümanların yaşadıkları tecrübeler sonraki asırlar ve nesiller için örnek teşkil etmektedir. İslam’ın inanç ve hukuk sistemindeki genel yaklaşım ve buna dair Hz. Peygamber (SAV)’in uygulamaları doğru tespit edilmeden Müslümanların diğer inançlara mensup kişi ve toplumlarla ilişkilerine dair isabetli değerlendirmelerde bulunulması mümkün değildir. Bu meyanda barış, savaş ve buna bağlı olarak şiddet kavramlarının bahsi geçen resimde yanlış noktalara yerleştirilmemesi, hem Müslümanların kendi ideal pozisyonlarını belirlemeleri, hem de gayrimüslimlerin İslamiyet ve Müslümanları tanırken/tanımlarken hakkaniyetten ayrılmamaları için büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada Müslümanların gayrimüslimlerle ilişkilerinin dayandığı esaslara dair yapılan değerlendirmelerde ön plana çıkarılan ayet ve hadisler ele alınmakta ve İslam hukukunun bakış açısını tespit edebilmek amacıyla bir perspektif geliştirilmeye gayret gösterilmektedir.
Özellikle Avrupa'nın bu konudaki tutumunun incelendiği Muhafazakar Düşünce dergisinde çeşitli uzmanlar tarafından yazılan analizler ile konu aydınlatılmaya çalışıldı. Muhafazakâr Düşünce Dergisi'nin Avrupa’da Aşırı Sağ ve İslamofobi isimli sayısına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
Muhafazakâr Düşünce dergisi olarak yine oldukça zengin bir içerikle karşınızdayız. Bu sayımızın dosya konusu “Avrupa’da Aşırı Sağ ve İslamofobi”. Bu sayımızla giderek artan ve olumsuz etkileri her geçen gün biraz daha hissedilen güncel bir soruna parmak basmayı hedefliyoruz. Avrupa’da son dönemde aşırı sağ siyasal partilerin güçlenmesini, aynı kapsamda çalışmalar yürüten birtakım oluşumların hem daha görünür hem daha etkili hâle gelmesini, yalnızca bu ülkelerin iç sorunu olmak görmek mümkün değil. Zira başta Müslümanlar olmak üzere, azınlıkta bulunan etnik ve dinî grupların her biri bu gelişmelerden olumsuz şekilde etkileniyor. “İslamofobi” çerçevesinde ortaya çıkan yaklaşımlar ise Müslümanların adeta bir tehdit altına girmesine neden oluyor.
İslamofobik eğilimler, Müslümanların sistem dışı bırakılması ve ötekileştirilmesi yaklaşımlarını içeriyor. Dergimizin basıma gireceği günlerde, aralarında Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin de bulunduğu üç yüz “aydın”ın Kuran-ı Kerim’den bazı ayetlerin çıkarılmasına yönelik talepleri bu bakış açısının en belirgin örneklerinden birini teşkil ediyor. Bu dilin hoşgörü, barış ve birlikte yaşama kültürü gibi kavramların oldukça uzağında kaldığı çok açık. Yaşanan bu son gelişme bile bu sorunun kapsamlı bir şekilde tartışılmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. Dolayısıyla bu sayımızı, söz konusu soruna ayırmayı tarihsel ve toplumsal bir sorumluluk olarak da gördük. Karşılaşılan sorunu hem doğru şekilde tahlil etmek hem de doğru cevapları üretebilmek için dergimizin bu sayısının mütevazı bir katkı olmasını ümit ediyoruz.
Özcan Hıdır tarafından kaleme alınan “Avrupa’da “Aşırı Sağ”ın Dinî-İdeolojik ve Tarihî Temelleri-Kökenleri” başlıklı makale Avrupa-Batı’daki Aşırı Sağ Grup-Partiler ve Temel Tezâhürleri-Karakteristiklerini açıklayarak islamofobi, göçmenfobi, Nasyonal Sosyalizm-Nazizm ve Irkçılık- Kültürel Irkçılık kavramları üzerinden tartışma yürütüyor. Makale de ayrıca Kitâb-ı Mukaddes’in radikal yorumları ve aşırı sağcı (Radikal-Extrem-Fundamentalist) Yahudi-Hıristiyan-Protestan-Evanjelik grupların aşırı sağ retoriğe etkisi de ele alınıyor.
Halil Kürşad Aslan “Aşırı Sağın Yükselişi: Resme Küresel Perspektiften Bakmak” başlıklı çalışmasında Avrupa’ da aşırı sağın yükselişini küresel bir perspektiften ele alıyor. Yazara göre, aşırı sağ partilerin güç kazanmasını açıklayan en önemli parametre, küresel ekonomik sistemdeki değişim ve dönüşümlerle beraber küreselleşmenin toplumsal dokularda ve kültürel alanda yarattığı tahribat ile ilgili. Aslan bunun yanında son dönemde gözlemlenen ekonomik durgunluk ve genç işsizliği, artan şiddet ve terör olayları, göçmen dalgasının dünyayı sarmasıyla tetiklenen milliyetçilik ve popülizm gibi faktörlerin aşırı sağı ve yabancı düşmanlığını beslediğini savunuyor.
Bilgehan Öztürk ise “Avrupa’da Şiddete Varan Radikalleşme ve Sağ Aşırıcılık” başlıklı yazısında Avrupa’da son dönemde Müslümanlar başta olmak üzere farklı etnik ve dini gruplara yönelen saldırıları ele alıyor. Yazarın altının çizilmesi gereken tespiti, Avrupa ülkelerinde şiddet içermeyen radikal sağ siyasetin yükselişinin yanı sıra, gerek örgütlü hareketler gerekse de gayrı resmi sosyal ağlar veya bireyler eliyle gerçekleşmesi muhtemel aşırı sağ şiddetine yönelik. Bu gelişmelere rağmen aşırıcılık ve radikalleşme gibi olguların temelde dini hareketler ekseninde ele alındığını koyması oldukça önem taşıyan bir diğer tespit olarak karşımıza çıkıyor.
Derda Küçükalp, aynı sorunu teorik bir perspektiften ele alıyor. Bu bağlamda, yazar, “Egemenliğin Mantığı, Faşizm ve Şiddet” adlı makalesinde, şiddet temelli siyasetin kendisini en belirgin şekliyle faşizmde kendisini gösterdiğini ortaya koymakta. Küçüklap, faşizmi karakterize eden özellikler bağlamında modern egemenlik mantığıyla ilişkisinin izlerini sürüyor.
Dünyanın farklı yerlerinde aşırı sağ hareketlerin yükselişi ve İslamofobik eğilimlerin güçlenmesinde en önemli faktörlerden biri İslâm dininin dayandığı temel esasların kasıtlı ve ısrarlı bir şekilde yanlış anlatılması. Batılı literatürde İslâm’ın savaş ve şiddet konularına bakışının çarpıtılarak verildiği ve buradan hareketle günümüzdeki Müslüman toplumlarına yönelik bir düşmanlık algısının üretilmeye çalışıldığı hemen herkes tarafından kabul edilen bir gerçek. Bu bakımdan, İslâm dininin söz konusu kavramlara bakışını doğru anlamak ve değerlendirmek söz konusu olumsuz bakış açısına karşı etkili cevaplar üretilmesi bakımından hayatî bir önem taşıyor. Bu sayımızda yer verdiğimiz makalelerden biri, tüm dünya Müslümanların ihtiyaç duyduğu bu hakkaniyetli arayışa esaslı bir girizgâh teşkil ediyor. Dr. Hasan Doğan’ın kaleminden çıkan “İslam Hukuku Açısından Müslümanlar ve Müslüman Olmayanlar Arasındaki İlişkinin Dayandığı Esaslar Işığında Savaş-Şiddet Kavramları” başlıklı makale, Müslümanların ve gayrimüslimlerin ilişkileri bağlamında İslam dininin savaşa ve şiddete yönelik bakışını hukukî bir perspektif içinde analiz ediyor. Bu derinlikli çalışma, barışı ve sevgiyi esas alan bir din olan İslâm ile ilgili olarak oluşturulmaya çalışılan suni ve haksız algının değiştirilmesi bakımından oldukça anlamlı bir çerçeve sunuyor.
Takip eden makale, Enes Bayraklı ve Oğuz Güngörmez’in ortak imzasını taşımakta. Bayraklı ve Güngörmez, literal açıdan “İslamofobi” ve “antisemitizm” kavramlarını karşılaştırmalı olarak değerlendiriyor. Yazarlar, bu bağlamda, özellikle “İslamofobi yeni anti-Semitizm mi?”sorusunun cevabını arayan güncel akademik literatürü tarıyor. Literatür taramasının alana hakimiyeti gerektiren zorlu bir çaba olduğu malûm. Yazarlar, “İslamofobi ve Anti-Semitizm Karşılaştırmalarını Anlamlandırmak: Kapsamlı Bir Literatür Değerlendirmesi” başlıklı makalelerinde bu yükü başarıyla taşıyorlar.
Bu sayımızın dosya konusuyla ilgili makalelerden bir diğerinin yazarı Hatice Sezer. Sezer, yirminci yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da yükselen faşist rejimlerinin arka planına odaklanıyor. Günümüzde yükselen aşırı sağ ve radikal hareketleri doğru tahlil edebilmek için kültürel ve siyasî geçmişlerini doğru okuyabilmek oldukça önemli. Sezer, makalesinde, faşist hareketlerin geçmişteki yükselişiyle günümüzdeki siyasal ve ekonomik süreçler arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor.
Mustafa Said Kurşunoğlu, “Roma Civitas’ından Modern Batı Sivilizasyonuna Uzanan Tarihsel Üçleme” başlıklı makalesinde, modern Batı medeniyetinin oluşumunda, Roma’nın “civitas” kavramının etkilerini araştırıyor. Kurşunoğlu, Roma kültürünün, modern Batı düşüncesinin oluşmasında düşünülenden daha etkili olduğunu ileri sürüyor. Bu bağlamda, yazar, Roma’nın Batı üzerindeki etkilerinin çok yönlü ve çok boyutlu bir görünüme sahip olduğunu gösteriyor.
Buraya kadar olan makalelerimiz, İslamofobinin Batı dünyasında ortaya çıkan yüzüyle ilgili. Ancak son dönemde Türkiye’de de İslamofobik birtakım eğilimlerin ortaya çıktığını görmemiz gerek. Bu bakımdan, “Tarihsel Arka Planıyla Türkiye’de İslamofobi” başlıklı yazısında Mustafa Sami Mencet özellikle mizah dergileri ve sosyal medyada İslamofobik bir yaklaşımın yükseldiğini ortaya koyuyor. Bu çalışmanın Türkiye’deki güncel bir soruna parmak basması hasebiyle ayrı bir değer taşıdığını da söylemek mümkün.
Bu sayımızda, dosya içeriğimizle bağlantılı son yazı, Fatih Kahraman imzasını taşıyor. “Koşullu Konukseverlikten Hoşnutsuzluğa: Almanya’da Yükselen Yabancı Düşmanlığını Türk Göçmenler Üzerinden Okumak” makalede, yazar, Avrupa’da yükselen yabancı düşmanlığını Türklerin gördüğü kötü muamele üzerinden değerlendiriyor. Yazar, Avrupa’da aşırı sağın ve yabancı düşmanlığının yükselişinin Türk toplumuna zarar verdiğini örnekler üzerinden anlatıyor.
Bildiğiniz gibi, her sayımızda dosya konusu dışındaki muhafazakarlıkla ilgili nitelikli başka yazılara da yer veriyoruz. Dergimiz, elinizdeki sayısıyla bu açıdan da oldukça nitelikli bir içeriğe sahip. Dosya dışı yazılarımızın ilki, Seçil Mine Türk’e ait. Türk, “Eko-Muhafazakarlığın Doğası” başlıklı çalışmasında, ekoloji ve muhafazakarlığın kesişim kümesindeki “eko-muhafakarlık” anlayışını detaylı bir şekilde ele alıyor. Yazara göre, eko-muhafazakârlık, sahip olduğu potansiyelle önümüzdeki dönemde daha sıklıkla karşılaşılacak kavramlardan biri.
Dikkat çekici bir diğer yazımızın başlığı “Teolojik ve Siyasi Bir Meydan Okuma Olarak İslam ve Yorumu”; yazarı ise Adem Palabıyık. Yazar, makalesinde, Batının İslam ile girdiği ilk tanışma biçimiyle birlikte ortaya çıkan olgusal problemlerin yeniden tartışılması gerektiğini ortaya koyuyor. Palabıyık, bu amaçla, tarihsel metinlerden yola çıkarak Batı dünyasında şekillenen İslam algısının kökenlerini sorguluyor. Buradan hareketle, Palabıyık, İslam’ın “ben idrakini” yeniden üretme çabasının nasıl bir yöntemle olabileceğini tartışıyor.
Bu sayımızın sonuna yaklaşırken Kübra Güran Yiğitbaşı ve Feyza Ünlü Dalaylı imzalı “Suriyeli Mülteci Çocukların Çizgi Film Aracılığıyla Temsili: Unicef Videoları Üzerine Bir Mikro Çalışma” başlıklı makale ile karşılaşıyoruz. Makale, UNICEF tarafından hazırlanan ve sosyal paylaşım sitelerinde yayınlanan kısa videolarda Suriyeli mülteci çocukların temsiline odaklanıyor. Yazarın tespiti, UNICEF tarafından paylaşılan çizgi filmlerde kullanılan unsurların çocuk hedef kitle için uygun olmadığı yönünde. Somut bir soruna parmak basan bu çalışmanın dikkat çekeceğini ümit ediyoruz.
Elinizdeki sayıdaki son makale, “The New Form of the Public-Civil Society Relations and the Welfare State” başlığını taşıyor. Abdurrahman Babacan bu makalesinde bir saha çalışmasından hareketle yerel yönetimlerin “refah devleti” anlayışı bağlamındaki değişen rollerini tartışmakta. İstanbul’un Sultanbeyli ilçesinde yapılan bir araştırmaya dayalı bu çalışma, kuşkusuz konuyla ilgilenen araştırmacılar için yeni kapılar aralanmasına vesile olacaktır.
“Tarihten” kısmında Yahya Afif’in, Sebilürreşad dergisinde yayınladığı “İslâmiyet ve Asrîlik” başlıklı değerlendirme Adem Efe tarafından yayına hazırlandı. Afif bu değerlendirmesinde Türk devlet ve düşünce tarihinde asriliğin/çağdaşlığın Tanzimat Devri’nden bu yana yanlış algılanıp uygulandığını iddia ediyor ve İslam’ın asrilikle bağdaşamayacağı görüşünü eleştiriyor.
Görüldüğü üzere, Muhafazakâr Düşünce, yine okurlarını fikrî açıdan tatmin edecek bir içeriğe sahip. Yazarlarımızın katkıları, okurlarımızın eleştiri ve değerlendirmeleri daha iyi sayılar hazırlamak açısından bizi motive eden en önemli unsurlardan biri. Bu nedenle, her türlü eleştiri, katkı ve değerlendirmeye açık olduğumuzu bir kez daha hatırlatıyor, iyi okumalar diliyoruz.
Bu sayımızı yayıma hazırlarken hepimizi üzen bir vefat haberi aldık. Yayın Kurulu üyemiz Prof. Dr. Hüsamettin Arslan’ı kaybettik. Hüsamettin Hoca, yalnızca bir akademisyen değildi. Aynı zamanda Türkiye’de eleştirel bir sosyoloji geleneğinin oluşmasında ciddi katkısı olan bir fikir emekçisiydi. Hocamızı rahmet ve saygıyla anıyor; ruhunun şad, mekanının cennet olmasını temenni ediyoruz.
Avrupa’da yükselen aşırı sağ ve popülist söylem
Tarihsel olarak bakıldığında, 1970’ler ve 80’lerde Avrupa’da yükselen sağ, 2000li yıllardaki, günümüzdeki aşırı sağla birtakım noktalarda ayrışmakta.
10.04.2018
Tarihsel olarak bakıldığında, 1970’ler ve 80’lerde Avrupa’da yükselen sağın, 2000li yıllardaki, günümüzdeki aşırı sağla birtakım noktalarda ayrıştığını da belirtmek gerekir. Hedef kitlesi olarak daha geniş bir topluluğa sahip olan yeni aşırı sağ, popülizmin yeni kavramlarıyla da karşılaşınca, Avrupa siyaset sahnesindeki yerini farklı bir boyutta alıyor. Örneğin Fransa’daki Ulusal Cephe (FN), 2011 yılında Marine Le Pen liderliğinde, önceki dönemin anti-semitist söyleminden uzaklaştı, ancak yeni karşıtlık modelini bu defa İslam üzerine oturttu. Benzer şekilde Avusturya’daki FPÖ Partisi, önceki imajından tonunu değiştiren bir resme bürünerek AB karşıtlığı yerine göç karşıtlığını tercih etti.
Burada belirtilmesi gereken bir husus da gerek yaygın kullanımda gerekse akademik jargonda “popülizm” kavramının yekpare bir tanımının olmadığıdır. Analizin bütünlüğünü sağlamak adına, bu konuda en fazla atıf yapılan Cas Mudde’ın tanımını esas alıyoruz. Buna göre popülizm, toplumu “saf insanlar” ve “yozlaşmış elit” olarak birbirine zıt ve homojen iki gruba ayıran ve siyasetçilerin genel iradeyi temsil etmesi gerektiğini savunan bir ideolojidir.
Radikal sağ ve radikal solun popülizm ile kullandıkları metotların farklılık gösterdiği ve sağın popülizmle milliyetçilik, göç karşıtlığı gibi söylemleri yüzeye çıkardığı bilinir. Buna ek olarak, Avrupa’daki aşırı sağın ırkçılık ve yabancı düşmanlığı üzerinden zemin tuttuğu ve popülist sağın güçlü liderlik vurgusuyla eşleştirildiğini de belirtmek gerekir.
Dolayısıyla Avrupa’da aşırı sağ/radikal sağ, zamana ve birtakım akımlara paralel bir biçimde evirilerek Avrupa siyasi ikliminde ivme kazandı. Bu yazıda Avrupa genelinde, özellikle son on yılda giderek artan bir meyille yükselişe geçen aşırı sağın yükselme sebepleri, seçmen davranışları ve radikal sağ söylemdeki ortak terminoloji irdelenecek.
Her ne kadar yalnızca yerel ya da AB Parlamento seçim sonuçlarıyla Avrupa’daki aşırı sağın gidişatı hakkında hüküm vermek, eksiklik içerse de, veriler genel tabloyu görmek açısından faydalı olacaktır. Bu bağlamda, yapılan araştırmalarda, son on yıllık zaman diliminde aşırı sağ partilerin Avrupa genelinde yaklaşık yüzde 10’luk bir artışla yükseldiği görülüyor. Benzer şekilde, 2008-2018 yılları arasında AB’ye üye devletler arasında aşırı sağ popülist partilere oy veren profilin araştırıldığı bir çalışmanın bulgularına göre, söz gelimi İtalya’da aşırı sağ partilere oy verme oranı 2008 yılında yüzde 8 iken 2018’de yüzde 50’yi buluyor. Polonya’da bu oran yüzde 32 ve yüzde 51, Fransa’da yüzde 13 ve yüzde 27, Almanya’da yüzde 10 ve yüzde 21, Yunanistan’da yüzde 17 ve yüzde 54 ve Macaristan’da yüzde 43 ve yüzde 65 olarak görülüyor.
Belirtilmesi gereken bir diğer husus da seçim sonuçlarının aritmetiğini Avrupa’nın siyasal iklimindeki değişikliklerle birlikte okuma gerekliliği. Dolayısıyla, 2008 ekonomik krizinin sebep olduğu ekonomik kayıplar ve güvensizlik hissi, 2015 yılında Avrupa’nın karşı karşıya kaldığı göçmen krizi ve göçün güvenlikleştirilmesi, aşırı sağ partilerin yükselmesine ve aynı zamanda koalisyonlarda yer almalarına uygun zemini hazırladı. Avrupa siyasetinde kullanılan ırkçı, İslamofobik ve yabancı düşmanı popülist söylemlerle de süreç giderek birbirine eklemlenen bir durum halini aldı.
Seçmen profili ve oy verme davranışıAvrupa’da aşırı sağ partilere oy veren seçmenlere yönelik yapılan araştırmalarda, ortak bir kitle tipolojisine ulaşıldığını söylemek mümkün. Bununla beraber, AB’ye üye ülkeler arasında birtakım farklılıklar da gözlemleniyor. Genelleme yapmak zor olsa da, Avrupa’da aşırı sağ partilere oy veren seçmenin çoğunluğunun orta yaşlı, erkek yoğun, eğitim altyapısı zayıf ve genellikle orta sınıfa mensup bireyler olduğu, ilgili çalışmalardaki yaygın görüş. Ancak özellikle 2015 sonrası göç karşıtlığı ve toplumda oluşturulan endişe atmosferi, göçün güvenlikleştirilerek aşırı sağ partilerin hedef kitlesinin orta sınıftan sosyo-ekonomik statüsü farklı gruplara da sirayet etmesine neden oldu.
Bu çerçevede, aşırı sağ partilerin söylemlerinin, Avrupa seçmeninde değişik sosyo-ekonomik hedef kitleleriyle örtüştüğü gözlemleniyor. Dolayısıyla, ortak vaadin ekonomik iyileştirme ve göçün sınırlandırılması olduğu iddia edilebilir.
Ekonomi ve işsizlikle ilgili endişeler, özellikle 2008 krizinden sonra birçok AB üyesi devletin toparlanmakta zorluk yaşaması ve üye devlet vatandaşlarında oluşan güvensizlik duygusu da bir anlamda aşırı sağ seçmen profilini çeşitlendiriyor. Yunanistan’daki Altın Şafak Partisi bu motivasyonla seçmen kitlesini genişletti. Nitekim krizden hemen sonra, 2009 yılında yüzde 0,9’luk oy oranı bulunan parti 2015’e gelindiğinde yüzde 7’leri gördü. Benzer başka bir örnekten gidilirse, Fransa’daki 2017 cumhurbaşkanlığı seçiminde seçmen davranışını şekillendiren temel unsurun, ülkede kronik hale gelmiş olan işsizlik sorunu ve ekonomik çekinceler olduğu belirtiliyor.
Avrupa’yı birleştiren popülist söylemler: Göç ve AB karşıtlığıPopülizm, üzerinde birbirine muhalif tanımlamaların olduğu bir kavram. Dolayısıyla popülist söylemi kullanan erk, tanımı da şekillendirebiliyor. Bu konuda çalışan uzmanların altını çizdiği nokta ise siyaset sahnesine giren kavramların da (bir anlamda popüler söylemi siyasete yaklaştırarak) aslında toplum yararına hizmet edebildiği. Ancak burada tanımların güvenlikleştirilmesi toplumu kutuplaştırma ihtimali doğurduğundan, “öteki”yi dışlayıcı bir etki de oluşturuyor. Günümüzün popülist söylemleri arasında, Donald Trump’ın Dünya Ekonomik Forumu 2017 konuşmasındaki küreselleşme karşıtı konuşması ile FN lideri Marine Le Pen’in Fransa 2017 cumhurbaşkanlığı seçim süreci boyunca kullandığı “küreselleşmeciler ve vatanperverler” retoriği en belirgin örnekler olarak sayılabilir.
Bu bağlamda, Avrupa siyasetinde popülist söylemde en çok metalaştırılan kavramın göç olduğunu söylemek yanlış olmaz. Nitekim İngiltere’deki Brexit referandumu bile retoriğini göç karşıtlığı ve AB karşıtlığı üzerine kurmuştu. AB nezdinde göç söylemini en çok kullanan bir başka ülke ise Avusturya. Avusturya’nın 2008 krizinden görece olarak en az etkilenen ülkelerden biri olmasına rağmen, FPÖ Partisi “Önce Avusturya” mottosuyla, göçmenlerin ve önceki yönetimlerin sorunlarda baş sorumlu olduğunu vurgulamıştı. Aynı şekilde Macaristan’daki Jobbik, göç karşıtlığı ve korumacı ekonomik politikalarla oy oranını yüzde 20’lere çıkardı.
Göç, Avrupa içinde son derece kritik bir mesele. Eurobarometer’in 2017 yılındaki güncel bir araştırmasına göre, AB vatandaşları arasındaki tehdit algısında, AB’ye dışarıdan gelen göç, yüzde 40 ila yüzde 82 arasında değişerek ilk sırada yer alıyor. Öyle ki bu durum, Angela Merkel’in özellikle 2015 sonrası bu konuda pragmatik politikalar takip etmesine ve hatta bir anlamda II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Bundestag’a giren ilk radikal sağ partiye kapıları açmasına sebep oldu. Almanya’da AfD, kurulduğu 2013 yılında avro karşıtlığıyla başlayıp, terminolojisine düzen ve göç karşıtı, AB karşıtı ve İslam karşıtı jargonu da ekledi.
Tüm bunların sonucunda, ortaya bu düzenekten beslenen farklı bir karşıtlık çıkıyor: Düzen karşıtlığı. İtalya’daki son seçimlere bakıldığında, düzen karşıtlığı söylemiyle beliren 5 Yıldız Hareketi’nin seçim başarısı buna örnek gösterilebilir. Dolayısıyla Avrupa’nın dönüşen siyasi iklimi, düzen karşıtı partilerin ve söylemlerin popülerleşmesine uygun bir zemin oluşturuyor.
Avrupa’nın yeni siyasi ikliminde dikkatleri çeken bir diğer unsur da “düzen karşıtlığının” artık eskinin klasik merkez sağ ve merkez sol fraksiyonlarının yerine eklemlenmiş olması. Yine örnek olarak Fransa 2017 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, daha önce siyaset tecrübesi bulunmayan Emmanuel Macron’un önderliğindeki “En Marche” hareketi gösterilebilir. Le Pen seçildiği takdirde AB ile ilgili referandum yapacağını söylemişti. Benzer şekilde İtalya’da da son seçimlerde düzen karşıtlığı ve AB karşıtlığı prim yaptı. Burada aşırı sağ partilere oy veren seçmenin ekonomik sorunlar, işsizlik ve önceki yönetimlerden hoşnutsuzluklarını, denenmemiş ve endişelerini ortaya koyan partilere yönlendirdiği, diğer bir deyişle, önceki sağ-sol fraksiyonları bir anlamda cezalandırdığı söylenebilir.
Sonuç olarak, Avrupa’da aşırı sağın yükselmesi yeni bir fenomen olmaktan öte, II. Dünya Savaşı’ndan beri devam eden bir süreç. Avrupa siyasal ikliminde yeni aşırı sağ, önceki dönemlerle paralellik kuran ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobik söylemlere, göç-düzen ve AB karşıtlığı diskurunu eklemiştir. Siyasal partiler arasında aşırı sağ partilerin ivme kazanması ve siyasette daha çok yer bulması, aslında toplum içinde popülizmin yapmak istediği ayrışmayı da yansıtmaktadır. Avrupa’nın kurucu değerleriyle taban tabana zıt olan, bu çok-kültürlülüğe ters söylemler, son tahlilde en büyük zararı yine Avrupa bütünleşmesine ve derinleşmesine verecektir.
[Sibel Karabel Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde (BİLGESAM) Avrupa Birliği ve Asya-Pasifik araştırmaları uzmanı olarak çalışmaktadır]