TÜRK MİLLETİ’NİN REDDETTİĞİ İHTİLÂL!..27 MAYIS 1960..

TÜRK MİLLETİ'NİN REDDETTİĞİ İHTİLÂL!..27 MAYIS 1960..

1960 Darbesi'nin ardından Yassıada'da görev yapan "muhafız subay"lardan Mehmet Nuri Taşdelen, duruşmaları takip ederken, "bebek davası", "köpek davası" gibi incir kabuğunu doldurmayan şeylerin ortaya çıkarıldığını gördüklerini belirterek, "Sükut-u hayale uğradık. Hep deniyordu ki 'Şunu yaptı, bunu yaptı', 'Şu kadar milyar kaçırdılar, şu kadar insan öldürdüler'. Bunların olmadığını da görünce bir sempati, acıma hissi oluştu." dedi.

25 Mayıs 2020 - 12:18 - Güncelleme: 25 Mayıs 2020 - 12:28

TÜRK MİLLETİ'NİN REDDETTİĞİ İHTİLÂL!..27 MAYIS 1960..

Giriş Tarihi: 02.09.2016 13:23 Güncelleme Tarihi: 02.05.2017 14:58

Demokrasinin infazı 27 Mayıs darbesinden birkaç gün sonra Adnan Menderes ve arkadaşları Yassıada'ya götürülürken yanına er yerine muhafız subaylar görevlendirildi. Bu amaçla Deniz Harp Okulu'ndan yeni mezun olan sınıfın tamamı, donanmaya çıkmaya hazırlanırken Yassıada'ya gönderildi. Yeni mezun öğrencilere, Adnan Menderes ve Celal Bayar gibi önemli isimlerin odalarında birebir kalarak, burada önlem alma görevi verildi. 

27 Mayıs 1960 olayı hukuki manada bir hükümet darbesidir.
Nitekim darbeyi yapanların, sivil uzantıları vasıtasıyla uzun süre iktidarı elde tutmak oyununu bozan şey, 15 Ekim 1961 seçimleri olmuştur. Demokrat Parti’nin devamı olan siyasi kadrolar büyük bir başarı kazanmıştır. Darbeci seçimlerde tokat yemiştir. Milletin tercihini beğenmeyen cuntacılar ise “Yıldız Protokolü” ile seçimleri iptal etmek istemişlerdir.
27 MAYIS 1960 OLAYI
Rasim CİNİSLİ (*)
Fatma Berrin MENDERES, 22 yıl önce bu gün (22 Nisan 1994) aramızdan ayrıldı.
Fatma Berrin MENDERES; 
"Abide bir KADIN ve Kendilerini Millete Adayan Menderes Ailesinin Bitmeyen Hüznü!.."
Bir aileden geriye kalan son fotoğraf bu. Sadece bir saat izin verilmiş bir “aile saadeti! Menderes ailesinin acılarla dolu sıradışı hayatı. İşte 'Bir aileden geriye kalan son fotoğraf'ın ışığında Menderes'ler:
Menderes ailesinin, acılarla dolu sıradışı hayatı
Bir aileden geriye kalan son fotoğraf bu. Ev sahibinin fotoğrafın en ortasında oturan üniformalı olduğunu söylemeye gerek yok. Koltuğunda en rahat o oturuyor ve sadece o gülüyor. Tarih. 21 Ağustos 1961. Yer: Yassıada’da fotoğrafın ortasındaki koltukta oturan Ada Kumandanı Tarık Güryay‘ın odası.
Darbenin ardından yurtdışında olan iki oğlunun da gelmesiyle Menderes ailesi ilk kez ve son kez bir arada. Sadece bir saat izin verilmiş bir “aile saadeti” bu.
Ada Komutanı’nın yanında ayakta beklettiği adam Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Adnan Menderes. Ama ne geç tıraş olduğu için yüzüne tokat atmış komutanın yayıldığı koltukla verdiği mesaj, ne de böylece gazetelere verilen “Yassıada’da her şey yolunda” propaganda pozu umurunda. O gün sadece bir baba olarak orada öylece ayakta. 27 gün sonra daha sonra evlerinin girişine asılacak idam fermanı boğazında ve daha sonra parası ailesinden istenecek beyaz kefeni üzerinde İmralı Adası’ndaki darağacına çıktığında bile “Hayata veda etmekte olduğum şu anda, devletime ve milletime ebedâ saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anarım” diyecek bir baba olarak.
Birkaç mendil ıslattığı o gün bir ara eşi Berin Menderes’in kulağına “Bana sürekli iğne yapıyorlar, dayanamıyorum” diye fısıldayabilmişti. Ama artık bütün Türkiye üzerinde sigara söndürülen, tekmelenen, uyuşturulan başbakanın dramını biliyor. Bu dram ülkenin hâlâ ana siyasi fay hattını kesmekte.
Fotoğrafın en solunda oturan ailenin büyük oğlu Yüksel Menderes. Fotoğraf çekildiği sırada 30 yaşında. Son görevi Belgrad Büyükelçiliği başkâtipliği. Darbenin ardından önce YTP’den siyasete girdi, sonra Adalet Partisi’nden vekil seçildi. Babası son vasiyetinde ona hitaben “Cesaretini hiç kaybetme” demişti. Bu vasiyeti 12 yıl tutabildi. Babasının idamından 4197 gün sonra bir elinde babasının fotoğrafı diğerinde Kuran-ı Kerim ve etrafa saçılmış boşandığı ama hâlâ âşık olduğu karısı İpek’in mektupları olan evinin mutfağında sonuna kadar açtığı havagazıyla intihar etti. Ardından bıraktığı mektupta şöyle yazıyordu:“Hayatta kaderin bütün kötü cilveleri beni buldu. Kötü hadiseler karşısında daha fazla tahammül göstermeyeceğim. Artık yaşama gücümü kaybettim. Babamdan daha kötü gidiyorum.”
Eşinin ardından büyük oğlunun ölümünü de gören anne Berin Menderes sakinleşmesi için kendisine verilen ilaçları “Bu beni öldürmez” diye reddedecekti. Ama acısı bununla bitmedi.
40 yaşında biten bir hayat
Fotoğrafın hemen başında yüzü asık olarak oturan ortanca oğul Mutlu Menderes.Fotoğraf çekildiği sırada 23 yaşında. Darbenin ardından yurtdışındaki yüksek lisansını yarıda kesip ülkeye dönmek zorunda kalmış. O da babasının ve ağabeyinin ardından siyasete girdi. Önce eski demokratların toplandığı Demokratik Parti’de, ardından Adalet Partisi’nde... Babasını idama götürenleri hiç affetmedi. Darbeye destek veren CHP ve sol karşıtı genç, sert bir politikacı olarak ün yaptı. Onun da gazetelere haber olan dalgalı bir evlilik hayatı oldu. 1 Mart 1978 gecesi nöbetçi eczane bulmak için dışarı çıktı. Yoldan geçerken bir arabanın çarpması sonucu ağır yaralandı. Ameliyata alındı ama kurtarılamadı. Öldüğünde sadece 40 yaşındaydı. Bir oğlunu daha toprağa gömen Berin Menderes cenazesinde “Tanrım nedir taksiratımız” diye ağlıyordu.
 
Fotoğrafta ayakta duran en küçük çocuk Aydın Menderes. Boyu babasını geçmiş ama sadece 14 yaşında. Ama darbenin en kötü günlerinde ağabeyleri yurtdışında olduğu için o yaşında annesinin tek dayanağı olmuştu. Tepkiler yüzünden Robert Kolej’den ayrılmış. Uzun süre ona ders verecek bir öğretmen bile bulunamamıştı. İki ağabeyini kaybettikten sonra siyaset sırası ona da geldi. Büyük Değişim Partisi diye parti kurup, rejimin tam karşısındaki Refah Partisi’ne girmeye, 28 Şubat’ta Erbakan’a isyana uzanan hareketli bir siyasi hikâye onunki. Daha 49 yaşındadır.1996’da bir parti çalışmasına giderken geçirdiği kaza sonucu omurilik felci olur. Tekerlerli sandalyedeki ömrünün son demini ne dediğine bakılan bir kanaat önderi ve siyasetin âkil adamı olarak geçirdi. Ağzını hiç açamasa da, hiç yürüyemese de bu “Ülkesinin yetimi”ydi o. (Twitter’da Cemile Bayraktar’ın muhteşem ifadesiyle)Siyaseten değeri bu devletin öldürdüğü babasının bütün Türkiye’ye emanet ettiği ülkesinin yetimi olmaktı. Hâlâ seçimlerde “Menderes’in çizgisindeki partiye” oy verilen, hâlâ 27 Mayıs’la yüzleşilemeyen bir ülkede daha fazla siyasi değere de ihtiyaç yoktu zaten.
“Çiftlikte kalsaydık keşke”
Fotoğrafta sandalyede oturarak görünen Berin Menderes‘in acısı 1994 yılında bitti. Son oğlunun başına gelen büyük felaketi görmeden 89 yaşında hayata veda etti.Ölmeden önce Menderes’in mezarının Anıtmezar’a taşındığı, devletin nedamet getirdiği muhteşem cenazeyi gördü.
Menderes ailesinden kalan son fotoğraf bu.
Türkiye’nin ‘Kennedy Ailesi’ 
Onlara Türkiye’nin ‘Kennedy Ailesi’ diyenler haklı. Ama her şey başka türlü olabilirdi.
Berin Menderes o fotoğrafın çekildiği 21 Ağustos 1961 gününün ardından eşi Adnan Menderes’e bir mektup yazmıştı. O başka türlü ihtimali şöyle anlatmıştı:
“Seni gördük, görüştük. Aylardır bu ânı nasıl bekledik Yarabbi. O kadar büyük hasret, iştiyaktan sonra yine de kâfi derecede görüşemedik ki, doyamadık sana. Neler konuştuğumun da farkında değilim. Tatlı güzel sesin kulağımda, nemli yaşlı gözlerin, mütehassis bakışların hayali canlanıyor. Eski günlerimizden bahsettin. Ne olurdu Yarabbim, o güzel, tatlı, asude hayatımız devam etseydi. Çiftliğini işleterek güzel pamuk yetiştirerek de memleketine hizmet ederdin yine. Ne yapalım ki alın yazısı. İnşallah hayırlı kararlar olacak, selametle kavuşacağız. Bundan sonra asude bir hayat yaşarız çoluk çocuğumuzla.”
27 Mayıs öncesi ve sonrası öğrenci olaylarının canlı şahitlerindenim. O günden bugüne geçen 48 yıla rağmen, Türk siyasi hayatı, 27 Mayıs’ın etkisinden kurtulamadı. Bu 48 yıl boyunca zaman oldu sade bir vatandaş olarak, zaman oldu parlamento içinde, kimi zaman kızgın sac üstünde yaşayan siyasetin göbeğinde bulundum. 27 Mayıs 1960 olayı ile ilgili 48 yıllık şahitliğin, tecrübenin özetini sunmak istiyorum.
27 Mayıs Nedir? Bir ihtilal midir? Darbe midir? Fiili durum mudur? Öncelikle bu olayın hukuki adını koyalım. Müsaade ederseniz, kişisel bir kanaatimi öncelikle açıklamak istiyorum: Bana göre 27 Mayıs olayı, Ordu Hareketi değildir! Şerefli Türk ordumuzu bu bühtandan uzak tutmak lazımdır. Her ne kadar asker elbisesiyle yapılmış olsa da, emir ve komuta zinciri bulunmadığı için bu olayın ordu iradesiyle yapıldığını iddia etmek abestir. Çünkü o günün Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun ve Kuvvet Komutanları darbeciler tarafından tutuklanmıştır. O gün ordumuzda 260 general görev yapıyordu. Bu generallerin 233’ü, 27 Mayıs’ı yapanlar tarafından emekli edilmiştir. Ayrıca çoğunluğu albay, yarbay ve diğer kademelerden olan 5 bin subay da ordudan uzaklaştırılmıştır ki, bu tarihe EMİNSULAR olarak geçmiştir. EMİNSULAR, tarih içinde ordumuzda yapılan en büyük kıyımlardan biridir. Bunları belirttikten sonra yeniden 27 Mayıs’ı soruşturmaya devam edelim:
27 Mayıs bir ihtilal midir? Hayır!
Çünkü ihtilallerde halk hareketi ve desteği gereklidir. 27 Mayıs bir siyasi partiden destek alsa da halkın desteklediği bir sistem değişikliği için yapıldığı söylenemez.
27 Mayıs bir darbe midir, fiili durum mudur?
Ord. Prof. Ali Fuat Başgil Hoca’nın tespitine göre 27 Mayıs “klasik hükümet darbesi”dir. Çünkü 27 Mayıs’ta, bir siyasi kadronun tasfiyesi hedef alınmıştır.
Devrin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ise 27 Mayıs hakkında şunları söyler: “Hükümet darbesi midir? Hayır! Çünkü hükümet darbesi iktidarda kalmak ve devleti sürekli yönetmek hevesi ile yapılır. Bir çeşit iktidar hastalığıdır. Küçük bahanelerle veya bahanesiz gelir oturur, sonra başka bir darbeyle yıkılır gider… 27 Mayıs, fiili durumdur. Osmanlı’dan kalma geleneksel yönetimimizde ordu-medrese işbirliğinin, kanun yapma ve yürütme gücüne karşı direnişidir.”
Ben Ali Fuat Hoca’nın öğrencisiyim. Bu konuda Celal Bayar’ın değil, hocamın görüşüne katılıyorum. Çünkü iktidarda kalma süresi, üç ay, üç yıl veya 30 yıl mıdır? Darbe, 27 Mayıs 1960 günü başlamış, 15 Ekim 1961 gününe kadar Milli Birlik Komitesi tarafından yönetilmiştir. Kaldı ki, darbecilerin niyeti Cumhuriyet Halk Partisi’ni iktidar yapmaktır. Darbeci, cunta ile netice almış, iktidarda kalma eylemini ise aynı fikri paylaştıkları CHP ile devam ettirmek istemiştir. İktidarda sürekli olarak kalma niyetlerini belli etmişlerdir. Dolayısı ile Ali Fuat Hoca’nın görüşü doğrudur:
27 Mayıs 1960 olayı hukuki manada bir hükümet darbesidir.
Nitekim darbeyi yapanların, sivil uzantıları vasıtasıyla uzun süre iktidarı elde tutmak oyununu bozan şey, 15 Ekim 1961 seçimleri olmuştur. Demokrat Parti’nin devamı olan siyasi kadrolar büyük bir başarı kazanmıştır. Darbeci seçimlerde tokat yemiştir. Milletin tercihini beğenmeyen cuntacılar ise “Yıldız Protokolü” ile seçimleri iptal etmek istemişlerdir.
27 Mayıs sosyal ve siyasi proje midir?
Bu olayın içinde bulunan iç ve dış dinamiklerin ne olduğunu, kim olduklarını, niyetlerini sağlıklı olarak ortaya koyamadığımız sürece doğru bir tahlil ve tespit yapmış olamayız. 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin doğru yorumunu yapabilmek için çeşitli odakların neler düşündüğünü, nasıl hazırlandıklarını ve uygulamaya nasıl koyduklarını bilmek lazımdır. Mesela;
Asker kesiminde (cunta) olup bitenler;
Siyasi kesimi (CHP ile olan ilişkiler): kimler destekledi, ne umuldu?
Üniversite kesimi (öğrenci ve öğretim üyelerinin rolleri). Basın.
Yurtdışındaki güç odakları ile bağlantılar.
Bütün bunları gün ışığına çıkarmak gereklidir.
(Bu unsurları bir araya getirip değerlendirmediğimiz sürece yorumlar yarım veya yanlış kalmaya mahkûmdur).
Yarım asra yakın geçen zaman içinde darbeyi hazırlayan cuntanın ne zaman kurulduğu, nasıl kurulduğu, kimler tarafından nelerin yapıldığı yazılan ‘hatırat’lar ışığında bilinir hale gelmiştir. Üniversite kesimindeki öğrenci olayları ve cuntaya destek olan öğretim üyelerinin tutumu da aşağı yukarı bellidir. Siyasî kesim ve CHP’nin katkısı yine yazılmış olan hatıraların ışığında üç aşağı beş yukarı gözükmektedir.
 
Basının da bu olayda iftira ve yalan habercilik yaparak çok kötü bir sınav verdiği malumdur.
Geriye kalan en önemli nokta olayın dış bağlantılarıdır. Amerika, Rusya ve diğer batılı ülkelerin arşivlerinden sızan bilgilere göre dış bağlantıların varlığı belgelenmiştir. Bu belgelerin büyük bir kısmı henüz günışığına çıkmamıştır. İşte bu kaynakların tamamına ulaşabildiğimiz gün, doğru bir yorum yapma imkânı bulacağız.
1960 Darbesi olayını 2 ayrı pencereden bakarak açıklamaya çalışacağım:
İlki, 27 Mayıs 1960 öncesi ve sonrası olaylardan hareketle bugüne gelmek. İkincisi de bugünden geriye dönerek olayı değerlendirmek istiyorum.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencisiydim. Yıl 1959. Siyasi ortam son derece gergin. Üniversite ortamı da bu gerginliğin içinde rol almıştı. Siyaset Parlamento’dan çıkmış, sokaklara dökülmüştü. Mitingler yapılıyor, iktidar suçlanıyor, üniversite hocalarının bazıları bu kavganın tarafı olarak siyasi beyanlarda bulunuyorlardı. Böylece üniversiteler ilim yuvaları olmaktan çıkmış günlük siyasetin içinde rol almaya başlamıştı. Üniversite gençliği miting alanlarında polisle çatışıyor, askerle kucaklaşıyordu. Sloganlar atıyor, “Olur mu böyle olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu?” diye marşlar söylüyorlardı. Her geçen gün, gençlik siyasetin elinde, ateş topu gibi değdiği yeri yakıyordu. Sokaklar savaş alanına dönmüştü.
O günkü basın, yangına benzin püskürtüyordu. Her gün bir önceki günü gölgede bırakacak korkunç iddialar ortaya atıyordu. İddiaların bazıları şunlardı:
Yüzlerce üniversite öğrencisi öldürüldü,
Cesetleri kıyma makinelerinde kıyıldı,
Bu cesetlerden hayvan yemi yapıldı,
Pek çok gencin cesedi buzhanelerde buz kalıplarının içinde saklanmaktadır.
Öldürülen gençlerin bir kısmı da yollara gömülüp üstlerine asfalt dökülmüştür!
1500 Harbiyelinin imha planı ele geçirildi,
Reisicumhur Celal Bayar 103 milyonu İsviçre Bankalarına kaçırmıştır.
Her görkemli bina, Demokrat Parti ileri gelenlerinden birinindir!
Demokrat Parti taraftarlarını silahlandırarak kardeş kavgasını hazırlamaktadır.
Kars, Ardahan gizli antlaşmalarla Moskova’ya satılmıştır!
Bunun gibi daha akla hayale sığmayan ama okuyanı ve işiteni diken diken eden zehir gibi propagandalar, genç-yaşlı her kesimden insanı allak bulak ediyordu. Bu yakıcı propagandalar o kadar yoğundu ki, “Hepsi de yalan olamaz!” diye kuşku duyan insanlar bile Demokrat Parti iktidarını çaresizleştiriyordu. Türk efkârı toz duman, göz gözü görmüyordu. İdrakler felç olmuş, ne yapacağını bilemez bir şaşkınlık devletin üzerine oturmuştu. Sonuçta olan oldu, darbe yapıldı.
27 Mayıs 1960 sabahı Türkeş’in sesiyle, “Kardeş kavgasını önlemek ve siyasi partilerin içine düştüğü uzlaşmazlıktan kurtarmak için Türk milleti adına Silahlı Kuvvetler yönetime el koymuştur.” Ayrıca “girişilen teşebbüsün hiçbir şahsa ve zümreye karşı olmadığı” ilan edilmiştir. O gün, başta Reisicumhur olmak üzere Başbakan, hükümet üyeleri ve milletvekilleri tutuklandı, TBMM feshedildi. Yerine 38 kişilik Milli Birlik Komitesi üyeleri ve onların tayin ettiği örfi idare komutanları ülke yönetimine el koydu. Bu olayın ne olup olmadığını, o günkü Türkiye ortamını kısa yoldan anlatmak için, Türkeş’in Ankara’da konuştuğu günün sabahı Eskişehir Örfi İdare Komutanı Bedii Kıraçtepe imzasıyla yayınlanan 1 Numaralı tebliğini aynen okuyorum:             
 
Ankara’daki ses, kardeş kavgasını önlemekten bahsediyor, Eskişehir’deki örfi idare kumandanı, “D.P. il, ilçe, bucak başkanlarını tevkif edin” diyor. Kime diyor? Kaymakamlara, savcılara, polise mi? Jandarma veya herhangi bir devlet görevlisine mi? HAYIR!
Adres belli değil. Herkese… Kardeşi kardeşe yakalattırmak istiyor. Böyle bir tebliğ kardeş kavgasına çanak tutmaz da ne yapar? Bu yalnız Eskişehir için söz konusu değildir. Ne yazık ki bütün vatan sathında, hatta kasaba ve köylerde yaşanmıştır. En küçük ihtilafı olanlar bile işi siyasi renge boyayarak iftira ve jurnal furyasına kapılmışlardır.
Sizlere traji-komik bir vaka nakledeyim:
İki Karadenizli Zeytinburnu’ndaki bir kahvehanede sohbet ederler. Merhum Hakkı Morgül, diğer arkadaşına içinin acısını döker. “Ah elimde imkân olsa da şu Yassıada’ya bir tünel kazsam! Menderesi kurtarsam!” Yan masada oturup bu konuşmayı duyan bir ispiyoncu, Hakkı Morgül’ü şikâyet eder. Morgül hemen tutuklanır ve aylarca değil, yıllarca hapishanelerde süründürüldü. Askeri mahkemedeki hâkim ile aralarında şu konuşma geçer:
—Hâkim Bey Zeytinburnu ile Yassıada arası kaç kilometredir?
—75 kilometre.
—Ben elimdeki kazma kürek ile Zeytinburnu’ndan Yassıada’ya tünel kazacakmışım öyle mi?
—İddianame’de öyle yazıyor!
—ordunun koruduğu Yassıada’dan Menderes’i kurtaracağım öyle mi?
—İddianame öyle diyor.
—Ula Hâkim Bey o zaman ben Türkiye Devletinden de, TSK’ dan da hatta Amerika’dan bile güçlüyüm. O zaman ordu beslemenize gerek yok. Bulgar mı saldırdı? Gel ula hakki vur oni, Yunan mı saldırdı, gel ula hakkı kır oni deyin yeter…
Bu arada mahkeme heyeti kahkahalarını gizlemek için kürsünün altına saklanırlar. Ve Hakkı Morgül en son şöyle der.
—Yaz ula hâkim, istediğin cezayı yaz!
Ki, Hakkı Morgül ve arkadaşları 27 Mayıs tarihine “Tünelciler” olarak geçmişlerdir.
Yeniden 27 Mayıs’ın acı yüzüne dönelim
Eskişehir Örfi İdare kumandanının uygulaması bütün yurdu sarmıştı. Türkeş’in sözleri radyoda kaldı. Korku dağları sardı. CHP’li olmayan kimselerin ne gün ve kimin tarafından ihbar edileceği korkusu vatandaşta huzur bırakmadı. Evet, ne yazık ki 27 Mayıs 1960 Darbesi ülkeye iyilik getirmedi. Ucu bugüne kadar uzanan derin yaralar açtı. Bu yaralar nelerdir?
1-a - Devlet Hukuku ve Devlet İtibarı Bakımından
RASİM CİNİSLİ
Anayasa ve kanun otoritesi çiğnendi: 1924 Atatürk anayasası rafa kaldırıldı. Yerine 1961 Darbe anayasası konuldu. Atatürk Anayasası “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini benimsemişti. Devlet yönetiminde temel kabul edilen millet iradisiydi ve bu irade her şeye hâkimdi. 1961 Darbe anayasası ise milli iradeye ortaklar getirdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi yanında Cumhuriyet Senatosu kuruldu. Anayasa Mahkemesi kuruldu. Özerk kurumlar ihdas edildi: Özerk TRT, Özerk üniversite, halk diliyle söylersek “TAY”lar yani Yargıtay, Danıştay, Sayıştay yeniden dizayn edildi. Eskiden kurum olarak mevcut olanların içi boşaltıldı. Yerine CHP ve darbe iradesini sürekli iktidarda tutabilmek için müstahkem mevkilere dönüştürüldü.  Özellikle devlet erki CHP ve sola göre tanzim edildi.
Devlet otoritesinin nasıl çiğnendiğini bir örnekle anlatayım: 1961 Anayasası yani darbecilerin devlet hukukunu tanzim ettikleri anayasa 9 Temmuz 1961 tarihinde halkoylamasına sunulmuş, yüzde 40’a karşı yüzde 60 çoğunlukla kabul edilmiştir. 15 Ekim 1961 tarihinde genel seçimler yapıldı. Seçimlerde CHP çoğunluğu elde edemeyince CHP’li 37 general ve Albay “Yıldız Protokolü” adı altında yeni anayasayı çiğneyen bir protokole imza attılar. Bu protokolün özü şuydu: Yapılan seçimler iptal edecek; ülkenin idaresi memleketin has evlatlarına verilecek (Yani CHP’lileri) ve bütün bunlar, darbeden sonra TBMM’nin ilk defa toplanacağı 25 Ekim’den önce yapılacaktı. Hani anayasayı ihlal ettikleri bahanesiyle darbe yapıp, meşru hükümeti düşürüp, üç devlet adamını idam etmiştiniz! Hani Menderes diktatörlük kuracaktı? Onun için darbe yapmıştınız! Yıldız Protokolü’nün ifade ettiği şey diktatörlüğün ta kendisi değil midir?
Devlet otoritesinin zedelenmesi anarşiyi, terörü ve bölücülüğü cesaretlendirdi. Milletlerarası camiada itibarımız azalmıştır! Milletlerarası anlaşmalarda gücümüz zayıflamıştır. Mesela Türkiye’nin kurucusu olduğu CENTO fonksiyonunu yitirmiştir. Kıbrıs ve Avrupa Birliği (AET-Ortak Pazar) ile olan ilişkilerimiz askıya alınmıştır. Yassıada mahkemelerinde devlet sırlarımız ifşa edilmiştir (6–7 Eylül Olayları ve Cezayir’e ve Kıbrıs Mücahitlerine silah yardımı). Böylece uluslar arası milli menfaatlerimiz de zarar görmüştür.
1-b- Adalet Cihazı Büyük Darbe Yedi
Hukukun adaleti yerine, Darbelerin hukuku ikame edildi. Yasssıada Mahkemeleri Türk hukuku adına bir kara lekedir. “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diye Yassıada Mahkemelerinde 3 Büyük Devlet adamımız haksız yere idam cezasına mahkûm edilmiştir. Düzmece iddialar, köpek, bebek, cımbız ve Afgan Atları’nın davası (1) bu sözde yüce mahkemede görüşülmüştür! Devlete hizmet eden insanlar ve aileleri zulme uğratılmıştır. Devlet adamlığının itibarı çiğnenmiştir.
Öyle bir adalet ki, mahkemesinin kuruluşunu Alpaslan Türkeş 29 Ocak 1995’te Sabah gazetesinde yayınlanan hatıratında, şöyle anlatıyor: Yassıada hâkimlerinin seçimi ile ilgili Adalet Bakanı Amil Artus komite üyelerine, elindeki hâkimler listesini okuyarak, “Bu hâkimi seçersek sizi dinlemez. Şu hâkimi seçersek sözünüzden dışarıya çıkmaz.” Diyor.
Aynı bakan Artus, 24 Mayıs 1987 tarihinde yayınlanan kendi hatıratında MBK Lideri Cemal Gürsel’den aldığı talimatı anlatırken Cemal Paşa’nın parmaklarıyla sayarak, “Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan için idam kararı verilirse komite bunları onaylayacaktır” dediğini yazıyor. Mahkemeler başlamadan aylar önce bu hükmün verilmesi şairin dediğine uyuyor:
“Hâkim ola davacı ve muhzır dahi şahit
Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet?”
Bürokrasinin cesareti kırılmıştır. Yarınlar darbe getirirse korkusu iş yapmayı engellemiştir. Polis aşağılanmış kolluk kuvvetleri karşı karşıya getirilmiştir.
2-Rejime olan etkileri
27 Mayıs rejime, seçim sandığına, devlet hukukunun değişmeyeceğine olan inancı yıkmıştır. İktidarların seçim yoluyla kazanılıp kaybedileceği ilkesi 27 Mayıs ile son bulmuştur. Bugün bile iktidarlardan memnun olmayan çevreler seçim sandığı değil müdahale bekler olmuşlardır. Demokrasi istikrar ister. Güven zemini üzerinde gelişir. Hindistan ve Pakistan örneği: 1947 Hindistan bağımsızlığını kazanmıştır. İngilizlere karşı dünya çapındaki büyük mücadeleyi veren Gandi bir suikast neticesi öldürülmüştür. Buna rağmen, Hindistan demokratik yönetimden vazgeçmemiştir. Aşağı yukarı aynı tarihlerde Pakistan da bağımsızlığını kazanmıştır. Bu zaman içinde Pakistan 6 askeri darbe yaşamıştır. Hindistan bugün bilgi teknolojileri konusunda dünya ile yarışır duruma gelmiştir. Buna karşılık Pakistan hala kendi içinde siyasi boğuşmalarla zaman geçirmektedir.
27 Mayıs bu istikrarı mahvetmiştir. Bir gece baskını ile alaşağı edilen demokrasinin içi boşaltılmıştır. Demokrasinin beli kırılmıştır. Demokrasiyi koruyan denetim güçleri zayıflamıştır. Sorumluluk kaybolmuştur. Seçim kanunu ve partiler kanunu değiştirilmiş vatandaşın demokrasiye olan katkısı ve denetimi elinden alınmıştır. Ocak bucak teşkilatları kapatılmış, demokrasinin mahalli gücü elinden alınıp merkeze taşınmıştır. Yani milli irade vatandaştan alınmış, zümre ve ekiplere verilmiştir. Partilerde lider sultası devri açılmıştır.  Parti içi demokrasi rafa kaldırılmış, “parti lideri” kavramı yerine “liderin partisi” ikame edilmiştir. Siyasi Parti enflasyonu oluşmuştur. Bu durumun sonucu olarak sağlıklı kamuoyu oluşması durmuştur. Böylece yapay gündemler kamuoyu yerine geçirilmiştir. Kamuoyu halkın elinden alınıp, güç odaklarına verilmiştir.
27 Mayıs müdahaleler dönemi başlatmıştır: 22 Şubat, 21 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Nisan (Post modern darbe “ince ayarlar”) ve en son Sanal Darbeler… Görünen ve görünmeyen teşebbüsler, 27 Mayıs olayından esinlenmişlerdir. Olmuş, olacak müdahalelerin “rol-modeli” 27 Mayıs 1960 Darbesi’dir.
3- Türk Silahlı Kuvvetleri Üzerindeki Etkileri
Devletimizin ve ordumuzun kurucusu Atatürk diyor ki: “Bir ordunun cevheri ne olursa olsun, siyasete karışırsa birlikte hareket etme ve savaşma kabiliyetini esastan kaybeder. Vatanın müdafaa gücünü hiçe indirir. Siyasete karışmış bir ordunun daha önceki disiplinli halini ve savaşma kabiliyetini yeniden kazanması için çok uzun zaman ister.” Ve devamla: “Ordu devletin siyasasına bağlıdır. Yoksa devletin genel siyasası orduya değil.”
Atatürkçülük iddiası ile darbe yapanların bu talimatlar karşısında ve tarih önündeki değerlendirmesini tarihçilere bırakalım. 27 Mayıs’a kadar kışlayan, okula, camiye siyaset bulaştırılmamış idi. 27 Mayıs’ta ordu günlük siyasetin içine çekilmiştir. Bu darbe en büyük kıyımı da TSK bünyesinde yapmıştır. 27 Mayıs günü ordumuzu yöneten 260 General’in 233’ü;  ayrıca albay, yarbay ve her kademeden 5 bin subay resen emekli edildi. Ordu tarihinin bu en büyük kıyımlarında birisi EMİNSULAR olayı olarak tarihe geçti.
Ordu, Atatürk’ün talimatlarına aykırı olarak siyasetin içine çekilmiştir. Hem de bunu Atatürk’ün en yakın arkadaşı İsmet İnönü bilinçli bir biçimde yapmıştır.
İsmet Paşa’nın darbe içindeki rolünü hatıratlara yansıyan biçimiyle sunmak istiyorum.
Darbe lideri Org. Cemal Gürsel, İzmir’den MBK Başkanlığına getirildiği gün, İsmet Paşa’yı telefonla arayarak, “Emirleriniz bizim için daima Peygamber buyruğudur Paşam!” teminatını vermiştir.
MBK Üyesi Numan Esin’in dediğini göre “komitedeki albay ve generallerin hemen hepsi iktidarın süratle CHP’ye intikaline zemin hazırlama yanlısı” idiler. Prof. Dr. Turan Güneş, Milliyet Gazetesi’nde 24 Ocak 1979 yılında “Politikada Çeyrek Yüzyıl” isimli röportajında diyor ki: “İsmet Paşa’nın 27 Mayıs’a karşı iki ana amacı vardı. Birincisi 27 Mayıs’ı ordu içindeki bir cuntanın malı olmaktan çıkartıp bunu tüm silahlı kuvvetlere mal etmek istiyordu. İkinci amacı da bir an önce seçimlere gidilmesini sağlamaktı.”
27 Mayıs’tan bir hafta önce Ankara Palas’ta verilen bir yemekte General Sıtkı Ulay’ın yanına oturan Amerika’nın askeri ataşesi ona, “İhtilal yapacağınızı biliyoruz. Bize gününü ve saatini söyleyebilir misiniz?” Sıtkı Ulay, bu konuşmayı 27 Mayıs 1986 yılında Milliyet gazetesine anlatırken, “İhtilalin saatini İsmet Paşa’ya bile söylememiştik” diyor.
Darbecilerin Devlet Bakanı Amil Artus’un 19 Mayıs 1987’de Milliyet gazetesi’nde yayınlanan hatıralarındaki bölümü aktarayım: Amil Artus İnönü’yü ziyarete gider. Maksat komite ve hükümet adına bilgi sunmaktır. Tarih, Haziran 1960. Yani ihtilalden birkaç gün sonra.
İsmet Paşa soruyor: “Öldürüldüğü iddia edilen üniversiteliler hakkında yeni bir bilgi elde edebildiniz mi?”
Bakan Artus: “Hayır! Sekme kurşunla ölen ile tank altında kalan bir kişiden başka birinin izine rastlayamadık.”
İsmet Paşa: “Biz bu konuyu ihtilalden evvel çok araştırdık. Fakat iki şehitten başka bir şey tespit edemedik. İki şehit verilmiş olması ilgililerin sorumluluğu için yeterlidir. Fakat daha fazla ölü olduğu iddia edilir de sonradan bunun gerçek olmadığı anlaşılırsa sizin için iyi olmaz. Onları suçlamak için iki şehit yeter. Buna dikkat edin.”
Paşa “Buna dikkat edin” diyerek darbe yöneticilerini, yönlendiriyor ve uyarıyor.
Bu konuda bir zamanlar CHP genel sekreterliğini yapmış Kamil Kırıkoğlu hatıratında şöyle diyor: “Kıyma makineleri dedikoduları üzerine CHP araştırma komisyonu kurdu. Komisyon böyle bir şeyin olmadığını rapor etti. Bu raporu okuyan İsmet Paşa Kırıkoğlu’nu azarlayarak, “Olmaz. Yoktur demeyeceksiniz. Vardır imajı vereceksiniz!” diyor.
Dikkat edilirse sekme kurşun ve tank paletinin altında kalarak ölen gençlerin sorumlusu Menderes hükümeti imiş gibi gösterilmek isteniyor. Darbeden önce başka ölen olmadığı bilindiği halde yalan propagandalar pervasızca yapılmıştır. Hatta bu yalanlar darbe yapıldıktan sonra hükümet sözcülerinin konuşmalarına ve örfi idare komutanlarının tebliğlerine resmi olarak alınmıştır.
Bu noktada size İsmet Paşa’nın propagandanın gücü ile ilgili TBMM’de yaptığı bir konuşmadan bir parça okuyacağım:
“Propaganda eğer müsait saha bulursa bir memlekette, bir millette yıkılmayacak zannolunan bir binayı dahi yıkabilir. Muntazam, şuurlu ve muayyen bir hedef aleyhine tevcih edilen propagandanın zamanla sarsmayacağı hiçbir kuvvet yoktur. Eğer bir cemiyetin hayatın mutlaka fena görmek ve gösterilmek isteniyorsa onun her muvaffakiyetli işini ters tarafından veya eksik tarafından göstermek mümkündür. Ne kadar şuurlu ve anlayışlı olursa olsun hiçbir millet muntazam, müstemir (sürekli) ve daimi bir propagandanın tesirlerine tahammül edemez.”
CHP Lideri ihtilalin eşiğinde, İstanbul’daki gösterilerden bahsederken bakınız nasıl bir dil kullanıyor? “Tanklar altında ezelmişler ve alınlarından kurşun yemişlerdir. Böylece bu masum gençler hürriyet mücadelesinin öncüleri olmuşlardır.”
Yine İnönü o yıllarda Kore’de cereyan eden ihtilal ile mukayese ederek Türk hükümetini tehdit ediyor: “Sigman Rhe kurtuldu mu? Üstelik onun ordusu, polisi, memuru elinde idi. Hâlbuki sizin elinizde ne ordu var, ne memur, ne üniversite ve hatta ne de polis! Türk milleti Kore milletinden daha az haysiyetli değildir. Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır.”
“Sizi ben de kurtaramam” meşhur konuşmasının mefhum ı muhalifinden anlaşılan şudur. Sizi diktatör olacaksınız diye suçlarken aslında diktatör olamayacağınızı biliyoruz. Çünkü milletin verdiği yetkiden başka elinizde diktatörlüğü temin edecek ve sürdürecek hiçbir güç yok!
Avni Doğan’ın şu sözü ile bu paragrafı kapayalım: “İhtilali biz hazırladık, ordu yaptı!”
1960’da üniversite ve gençlik kesimini yönlendiren CHP Sivas Milletvekili Prof. Dr. Turhan Fevzioğlu, darbeden 27 yıl sonra pişmanlığını şu sözlerle ifade etmişti: “1950 – 1960 arasındaki mücadelede bugünkü aklım olsaydı mücadeleyi yumuşatmak için bütün gücümü sarf ederdim. Geriye baktığım zaman bunu görebiliyorum. O günlerde mücadele gereksiz olarak sertleşiyordu. Gereksiz olarak diyorum çünkü memlekette terör yoktu. Irk ve mezhep ve sınıf kavgası yoktu. Ancak partiler arasındaki ilişkiler sertti. Daha doğrusu partiler de sertti.”
4- Millet Üzerindeki Etkileri
RASİM CİNİSLİ
ERZURUM MİLLETVEKİLİ
Devlet ile milletin bütünlüğü bozulmuştur! Demokrat Parti’ye oy veren seçmen çoğunluğu, gerici, düşük, kuyruk diye horlanmıştır. DP’liler dövülmüş, CHP’liler sevilmiştir. Bu tutum halkımızın hafızasına unutulmaz ayrılık tohumları sokmuştur. 
Kalkınmanın önü kesilmiştir! İstikrarı ve güveni ortadan kaldırmıştır! Kronik istikrarsızlık ve güven bunalımı toplum değerlerini hırpalamıştır. Sosyal dokunun temelini oluşturan aile ve ahlaki değerler zarar görmüştür.
5-Siyasete Etkileri
Cemal Gürsel Amil Artus’u Adalet Bakanlığı’na getirdiği gün şu sözleri söylüyor: “İlk aşamada senden Demokrat Partiyi kapatmanı ve Yassıada duruşmalarını bir an önce başlatmanı istiyorum!” (22 Mayıs 1987 Milliyet Gazetesi)
İsmet İnönü Devlet Bakanı Amil Artus ile ilk görüşmesinde Demokrat Parti’nin ne olacağını sormuş. Ve CHP’li Devlet Bakanı Şefik İnan da bu konu ile ilgilenmeye başlamıştır. O tarihlerde MBK üyesi olan Alpaslan Türkeş, “Şefik İnan bir toplantıda bir teklif yaptı. Bu DP’yi kapatmak lazım. DP’yi muhkeme kapattı ama bunu Şefik İnan düzenledi; onu biliyorum.” (26 Haziran 1994, Sabah Gazetesi).
CHP İktidarı için Demokrat Parti kapatılmıştır. Araya öfke ve husumet ekilmiştir. Bir tarafta İsmet Paşa düşmanlığı prim yapar hale gelmiştir, bir başka tarafta Menderes düşmanlığı. Bu nedenle toplumsal (sivil) ahenk bozulmuştur. Siyasete proje üretenler yerine öfke ve husumet üretenler hâkim olmuştur. Liderlerimiz, iktidar-muhalefet kadroları, memleket meselelerini çözümlemek için yapacakları münakaşa yerine “tencere dibin kara, seninki benden kara” suçlamaları ile yılları heba etmişlerdir. Millete ve devlete hizmet etmenin yolu olan siyaset riskli hale getirilmiştir. Siyasette kalite düşmüştür. Siyasette hizmet idrakini, menfaat güdüsü gölgelemiştir. Siyasette liyakat ve etik değerler yerine, para ve şahsi menfaat ön palana çıkmıştır. Politika çok paralı, çok pahalı bir alan olmuştur.
Siyasi istikrar bozulmuştur: Parti enflasyonu başlamıştır. Güçlü iktidarlar dönemi bitmiş, siyasi kanaatleri zıt partilerin istikrarsız ve kısa ömürlü koalisyonları dönemi başlamıştır. 
Bu bozulma daha sonraki yıllara da yansımıştır. Sincan’da tanklar yürütülerek, daha fazla oy alanları itmiş, istedikleri kişilerin hükümet kurmasını sağlamışlardı. Bu siyasi istikrarsızlık ekonomiyi de vurmuş, kalkınmayı engellemiştir.  Ekonomimiz IMF’ye bağımlı hale düşürülmüştür.
Politika bir gölgeler savaşına dönüştürülmüştür. İç ve dış politika gerçekleri bir yana bırakılmıştır.
Bir yanda irtica geldi gelecek, laikli gitti gidecek naraları, öte yanda hamasi nutuklar yeri göğü inletmektedir: Sorumlular gölgelerle boğuşurken Kerkük’te, Kuzey Irak’ta, Kıbrıs’ta, Avrupa Birliği’nde kırmızı çizgilerimiz silinmiştir.
Ekonomide, enflasyonda, işsizlikte hâsılı milletin gündeminden uzağa düşülmüştür. Eşik önünde beyanat verme adet olmuş; politikacı her uzatılan mikrofona laf yetiştirmek zaafına düşmüştür. Devlet adamı fıkdanı (yokluğu) başlamıştır.
Burada rahmetli Osman Bölükbaşı ile eski bir bakana arasında geçen şu konuşmayı hatırladım: Hasta yatağanda ziyaret ettiği Bölükbaşı’na “Bir emriniz var mı?” diye sorar. Bölükbaşının verdiği cevap vecizdir: “Sayın Bakan, devlet adamı eşik önünde konuşmaz. Her uzatılan mikrofona beyanat vermez.”
2000’li yıllarda durum yukarıda anlatılan hale düşmüş bulunuyordu. Oysa İmralı’ya idama giden Demokratik Parti ekibi, o korkunç ana rağmen memleket meselelerini konuşuyorlardı. Celal Başar, Fatin Rüştü Zorlu’ya, “Fatin anlat bakalım şu Avrupa Topluluğu ile ilişkilerimiz ne halde?” soruyor, Fatin Bey de Türkiye AT ilişkilerini anlatıyordu.
6-Basın ve Medya’ya etkileri
Basın toplumu objektif bilgilendirme yerine, tutanın eline hizmet eder duruma düşmüştür.
Bir kısım basın da şantajcı olmuştur. Basının düşmüş olduğu bu durum ülkede yaşayan her insanı rahatsız etmektedir. Basın eleştirilerden ve denetimden kurtulmuş. Bazı basın organları azgın boğa gibi saldırgan olmuştur. Yargısız infaz yapmayı alışkanlık haline getirmiştir.
7 – Üniversiteye Etkileri
27 Mayıs Darbesi’nin yol haritasını üniversite öğretim üyeleri çizmiştir. Cemal Gürsel’in “DP üst kadrolarını yurtdışına sürelim” teklifini, üniversite hocaları engellemiştir. Türk ceza kanununun değiştirilmesine yine bu hukukçu profesörler fetva vermişlerdir. “İhtilal kendi hukukunu kullanmazsa, zamanın hukuku ihtilalciliyi mahkûm eder” diyerek zulmün yolunu açmışlardır. TCK 65 yaşındakilerin idam edilemeyeceğini amirken Celal Bayar ve aynı yaşta olan diğer DP’lilerin idamını sağlamak için, yine bu hukukçu profesörler fetva vermişlerdir. Böylece hukuk tarihine bir kara leke olarak geçen ceza kanununda geçmişe yürüyen (makable şamil) kanun yapılmıştır!
Darbeci öğretim üyeleri ve onların etkisindeki öğrenciler, üniversitelerde eğitimi aksatmışlardır. İlim politikaya kurban edilmiştir. Üniversiteler uzun yıllar bu kamburun altında ezilmiş, ilim yapamaz, ilim adamı yetiştiremez hale gelmiştir. Gençliğin içine nifak sokulmuş, sağ-sol kampları bölünmüştür. Milletin en değerli cevheri olan gençlik, yeri doldurulamayacak biçimde ziyan edilmiştir.
Darbeci öğretim üyelerinin etkisiyle üniversitelerden, (sanki çok ilim adamı varmış gibi) 147 öğretim üyesi emekli edilmiştir.
8 – Ekonomiye Etkileri
Merhum başbakan Adnan Menderes, 5 Ocak 1960 günü, yani 27 Mayıs’tan aşağı yukarı 4–5 ay önce Adana’da yaptığı konuşmada diyor ki:
“Dünyanın hiçbir memleketi 9 senede, 10 senede sanayi takatini 10 misline çıkarmış değildir. Buna ancak ve ancak Türk mucizesi demek lazım gelir. Bugün memlekette buzdolabından çimento ve dokuma fabrikalarının makinelerine kadar her şey yapılmaktadır. 1950 ile mukayese edildiği takdirde vatanımızın büsbütün başka bir manzara arz ettiğini görmek mümkündür. Milli hudutlarımız aynı kaldığı halde iktisadi kudretimiz dört misli büyümüş ve kuvvetlenmiştir.”
Eski sanayi bakanlarımızdan Mehmet Turgut, henüz neşredilmeyen bir kitap çalışmasında şu bilgileri veriyor:
1950 Türkiye’sinde milli gelirde nüfus başına düşen pay 200 doların altındadır. 1960 yılında bu nispet 485 dolara yükselmiştir.
1950’de enerji bakımından kurulan güç 407 bin kilovattan, 1960’da 1 milyar 272 milyon kilovata çıkartılmıştır. Yıllık enerji istihsali 1950’de 780 milyon KW saat iken, 1960’ta hızlı bir artışla 2 milyar 815 milyon KW saate ulaşmıştır.
50’de çimento tüketimi, 395 bin tondur. 60’da çimento üretimi 2 milyon 40 bin ton olmuştur. 
Yol durumu ise 600 KM asfalt veya taş döşeli; 250 kilometresi ziftlenmiş 11 bin KM’si de kırma taşla döşeli ve iyi olduğu söylenen şose şeklinde belirtilmiştir.
1960’ın yol durumu ise bu devrenin en başarılı gelişmelerinden birini göstermektedir.
Ekonomistler 50 – 60 dönemindeki kalkınma hızının yüzde 6-7 arasında olduğunu söylüyorlar. 
Andrew Mango’nun Atatürk adlı kitabında diyor ki: “On yıllık DP yönetiminde Türkiye büyük değişim gösterdi. Ekili alanlar 14 milyon hektardan 23 milyon hektara,
Traktör sayısı 2 binden 42 bine,
Kullanılan gübre miktarı, 42 bin tondan 107 bin tona,
Çelik takviyeli yolların uzunluğu 2 binden 7 bin KM ye çıktı.
14 büyük baraj, 15 elektrik santrali ve 20 liman inşa edildi.
Özel girişimciler tüketici ürünleri fabrikalarına yatırım yapmaya özendirildiler.
Buna karşılık muhalefet lideri İnönü, yapılan eletrik santralleri için “Bu kadar enerjiyi toprağa mı vereceksiniz? Yapılan yollar için de “Bu yollara uçak mı indireceksiniz” diye soruyordu.
Türkiye 1960’tan 10 yıl sonra Komünist Bulgaristan’dan elektrik almak zorunda kaldığı gibi, yolar da trafik sıkışıklığına maruz kaldılar.
2008 Mayıs Ayından 27 Mayıs’a Bakmak
Bugün 2008 yılının Mayıs ayından geriye dönüp baktığımda yeni duraklar görüyorum. Bu duraklarda durup yeniden düşünmek- yeni yorumlarla yeniden değerlendirme ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Zamanın ortaya çıkardığı gerçekler var.
Büyük Ortadoğu Projesi, CENTO’nun yerini aldı. (Irak-Körfez-Afganistan’ın işgali)
Varşova Paktı’nın çöküşü (Sovyet Blok’u çözüldü. Türk Dünyası Gün Işığına Çıktı ama biz Türk Dünyasına sahip olamadık. İki Almanya birleşti.)
NATO Karargâhlarında dolaşan sözde bölünmüş Türkiye haritaları.
Elli Yıllık Ortak Pazar, Daha sonra Avrupa Birliği Sevdası, Kıbrıs.
Birinci Dünya Savaşı’nın merkezinde Osmanlı İmparatorluğu vardı. Harp sonunda imparatorluk çöküyor ama Anadolu coğrafyasında gözü olanlar umduklarını bulamıyor. Umutlarını zamana bırakıyorlar.
Kuzeyde Sovyet Rusya-Batı Avrupa
Sovyet Rusya İkinci Dünya Harbi’nden sonra Kars-Ardahan ve Boğazlar üzerinde hak isteyerek niyetini tekrarlıyor. Bu niyetini kabaca diplomatik yollardan ilan ederken öte yandan içimizde ideolojik yoldan komünist yandaşlar bularak işi kolaylaştırmaya çalışıyordu.
Bu açık ve kaba manzarayı gören Batı, fotoğrafı büyüterek perde yaptı. Perde arkasından kendi sinsi oyununu kurmaya başladı. Moskova’dan rol kaptı!
NATO Üyesi olduk. Kuzeye karşı, Varşova Paktı’na karşı güvenliğimizi sağladık. Ama Avrupa’ya bilhassa Amerika’ya kapılarımızı safça, güvenle açtık.
Birçok alanda (askerî, ekonomik, siyasî) işbirliğimiz oldu.
İmparatorluk kurmuş devletin tecrübesine yakışmayan teslimiyet derecelerinde açtığımız kucağa Amerika, çok önceden tasarladığı B.O.P projesi ile oturdu. Moskova’dan çaldığı rolünü geliştirmiş, komünizm tehlikesini abartılı olarak ülkemizde yürütmeye koyulmuştu. Her defasında kuzeydeki tehlikeyi bahane ederek kendi emellerine zemin hazırladığı anlaşılmıştır.
Bazıları bu türlü yorumlara “Komplo Teorisi” diyorlar. Zaman en adil hâkimdir. Olayların gün ışığına çıkması niyet sahiplerini ele vermiştir. Bu da devlet adamı eksiğini ve Türk diplomasisinin teslimiyetçiliği izah edilebilir.
Olaylara beraber bakalım.
Marksizm 1917 yılında Rusya’da hükümran oluyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkıyor. “Berlin Duvarı”nı örüyor. Avrupa kapıları kapanıyor. Varşova Paktı’nı Marksizm’in dünya hâkimiyeti için kuruyor.  Demirperde ülkeleri içine kapanıyor. Dünyanın korkulu rüyası olarak 1990 yılına kadar yaşıyor. 1990 yılında kendi içinde çöküyor.
Bir fikrin, bir ideolojinin çöküşü üç beş yılda olmuyor. Marksizm gibi devletlere hükmetmiş bir ideolojinin kendi içinde çürümesi, çaresiz duruma düşmesi en az 20 veya 30 yıl içinde gerçekleşiyor. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği 1990 yılında çözüldü. 1990 yılından 30 yıl geriye gidersek bu 1960 yılına tekabül ediyor. Yani 1960 yılından beri Moskova rejim ihraç edecek gücünü kaybetmiştir.
Hâlbuki Türkiye’mizde kardeşi kardeşe düşman eden komşuyu komşuya kırdıran sağ-sol kavgasının Moskova’dan kaynaklandığını sanırdık. Peki, bu kadar cana, bu kadar milli servet ve milli enerjiye mal olan sağ-sol, daha sonra da bölücülüğe dönüşen bu iç çekişmeyi kim yaptı? Kendi hamakatımız olduğu doğrudur. Fakat şu yabancı hırsızın hiç mi kabahati yoktur?
NATO Karargâhlarından dolaşan bölücü haritaları kim hazırladı? PKK’yı kim besleyip büyüttü? Büyük Ortadoğu Projesi’nin altını üstünü bilen kim? Irak’ta, Afganistan’da ölen milyonların cesetleri üzerine nasıl demokrasi kurulacak? Hangi demokrasi kurulacak?
Bunları gördükten sonra yeniden düşünmemiz gerekiyor. 27 Mayıs’ın dış bağlantıları var mıydı? Bu bağlantılar var ise nelerdir? Celal Bayar ve birçok siyasinin iddia ettiği üzere bu dış ektiler sadece kuzey komşumuzdan mı gelmiştir yoksa 50 yıllık dostlarımız da 27 Mayıs 1960 darbesine müdahil olmuşlar mıdır? Oldularsa bunun derecesi nedir? Tarihçilerimizin ve araştırmacılarımızın bu konuda milletimizi aydınlatacakları zaman gelmiştir.
SONUÇ:
Sözün burasında konuşmamın manşetini şimdi söylüyorum. 27 Mayıs 1960 Darbesi, Cumhuriyet tarihimizin en talihsiz olayıdır! Olaya topyekûn baktığımızda 3 ismin önemli roller üstlendiğini görürüz. CHP lideri İsmet İnönü, darbenin “kudretli albayı” Alpaslan Türkeş ve yeniden demokrasiye dönüş mücadelesinde hakikatin ve cesaretin sesi olan Ord. Prof. Ali Fuat Başgil.
Milletimiz, 27 Mayıs’ı sevmemiştir, sevememiştir. Buna karşılık Türk milleti demokrasiyi çok sevmiştir. Benimsemiştir. Darbeler karşısında vakur duruşu ile tavrını demokrasiden yana koymuştur.
*
(1) Demokratik Parti üst yöneticileri hakkında uydurulan düzmece iddialar, “Köpek Davası”, “Bebek Davası”, “Cımbız Davası” ve “Afgan Atları Davası” gibi ipe sapa gelmez davalardı. Bunlardan Afgan Atları Davası şuydu: Afgan Kralı Başvekil Adnan Menderes’e dört at hediye eder. Menderes bunları bir at çiftliğine gönderir. Bir müddet sonra Sipahi Ocağı’ndan gelerek atları satın almak isterler. Menderes atları iyi bir fiyata satar ve üzerine kendi cebinden de para koyarak Kocatepe Camii inşaatına hibe eder. Bunun üzerine Yassıada adaleti (!) atların yediği otların parasını Berin Menderes’ten, merhum Menderes’in idam ipinin parası ile beraber tahsil eder!
*
(*)  DADAŞ, Rasim CİNİSLİ
 
Eski DP Milletvekili ve MTTB eski Başkanlarından; Avukat
1939 yılında Erzurum’da doğdu.İlk ve Orta tahsilini Erzurum’da tamamladı.1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde yüksek öğrenime başladı.Yüksek öğrenimi boyunca hep gençlik hareketlerinin içinde yer aldı.Türkiye Milli Talebe Federasyonundaki özverili çalışmaları ile öne çıktı.1964 yılında Federasyon içinde organize olmuş folklor komisyonunun çalışmalarından tatmin olmayan bir gurup arkadaşıyla ayrılıp ‘Yüksek tahsil Gençliği Türk Folklor Enstitüsü Kurma Derneği’ni kurdular.Amaçları,tüzüğün maddesinde belirtildiği gibi ‘Türk Folkloru üzerinde araştırma,inceleme ve derleme yapmak,tanıtım çalışmaları yaparak turizme yardımcı olmak,Türk folklorunu genç nesillere öğretmek.Türk folkloru hakkında ilmi yayınlar yapmak.
Bu amaçla yurt dışındaki benzer kuruluşların tüzüklerini getirterek Türkçeye çevirdiler.Türkiye Milli Talebe Federasyonundan ayrılmaları ile folkloru bir sisteme kavuşturdular.Bir düzenli kuruluşun oluşmasına öncülük ettiler.
Rasim Cinisli gerek gençlik yıllarında,gerekse sonraki yıllarda Türk halk kültürünü her yönüyle yaşatmayı,yozlaştırmadan yaymayı ve geliştirmeyi kendisine ülkü edinmiştir.
Yumuşak karakteri efendiliği,içten dostluğu,sevgi ve heyecanı onun karakteridir.Sayın Adli Ayter’in söylemesi ile ‘tüm Dadaşlık’meziyetlerini kimliğinde ve şahsiyetinde bir araya getiren güzel bir insandır.
Tüm meziyetler onu üniversite gençliğinde çne çıkardı.1965-66 yıllarında Mill Türk Talebe Birliği’nin genel başkanlığını yaptı.1967-68 yıllarında vatani görevini yaptı.1969 yılı genel seçimlerinde Adalet Partisi’nden Erzurum Milletvekili seçildi.1971 yılında Demokrat partinin kurucuları arasında yer aldı.1973 yılında Demokratik Partiden yeniden milletvekili oldu.1977 yılına kadar milletvekilliğini sürdürdü.1977 yılındaki seçimlere kendi isteğiyle katılmadı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulunduğu dönemde Türk halk kültürünün derlenmesi, araştırılması, arşivlenmesi için özverili çalışmalarda bulunmuştur. Parti gözetmeksizin komisyon çalışmalarında kulis atarak yandaş toplayıp3.beş yıllık plana istediği her şeyi koydurabilmiştir.1979 yılında Adalet Partisi İstanbul İl idare kurulu üyeliği,1994 yılında da Doğru Yol Partisi İstanbul İl Başkanlığı görevlerinde bulunmuştur.
Halen çeşitli dernek,vakıf ve sivil toplum örgütlerinde kurucu ve yönetici olarak bulunmaktadır.Özellikle 30 yıldır Erzurumlulara hizmet için kurulmuş dernek ve vakıflarda kesintisiz çalışmalarını sürdürmüştür.Son olarak Kadıköy’de bir binayı restore ettirerek kültür merkezine dönüştüren kadronun içinde yer almıştır.
Tüm bu meziyetlerinin dışında edebiyata ve söz sanatlarına karşı sonsuz yatkınlığı onun çok okuduğunu da gösteriyor.Divan şiiri başta olmak üzere Türk ve dünya kültür adamlarının vecizelerini hafızasında tutabilen yeri geldiğinde irticalen söyleyebilen bir kişiliktir.
Evli ve üç çocuk babasıdır.

Demokrasinin infazı: 27 Mayıs

27.05.2019 11:20 

1 / 45

1960 Darbesi'nin ardından Yassıada'da görev yapan "muhafız subay"lardan Mehmet Nuri Taşdelen, duruşmaları takip ederken, "bebek davası", "köpek davası" gibi incir kabuğunu doldurmayan şeylerin ortaya çıkarıldığını gördüklerini belirterek, "Sükut-u hayale uğradık. Hep deniyordu ki 'Şunu yaptı, bunu yaptı', 'Şu kadar milyar kaçırdılar, şu kadar insan öldürdüler'. Bunların olmadığını da görünce bir sempati, acıma hissi oluştu." dedi.

2 / 45

Demokrasinin infazı 27 Mayıs darbesinden birkaç gün sonra Adnan Menderes ve arkadaşları Yassıada'ya götürülürken yanına er yerine muhafız subaylar görevlendirildi. Bu amaçla Deniz Harp Okulu'ndan yeni mezun olan sınıfın tamamı, donanmaya çıkmaya hazırlanırken Yassıada'ya gönderildi. Yeni mezun öğrencilere, Adnan Menderes ve Celal Bayar gibi önemli isimlerin odalarında birebir kalarak, burada önlem alma görevi verildi. 

3 / 45

Bu subaylardan biri olan Mehmet Nuri Taşdelen, 15 ay görev yaptığı Yassıada'da Adnan Menderes'in yaşadıklarına yakından tanıklık etti.

4 / 45

Diğer subaylarla vardiyalı olarak gündüzleri 3 saat, geceleri 3 saat nöbet tutan Taşdelen, bu 3 saatin bir saatlik bölümünde ise Menderes ve Bayar'ın hücresinde nöbet tuttu. Adnan Menderes'in uyuyamadığını ve rahatsız olduğunu söylemesi üzerine Kasım 1960'da hücre nöbeti kaldırıldı. Bunun üzerine muhafız subaylar, hücresine konulan gözetleme penceresinden Menderes'i kontrol etmeye devam etti. 

5 / 45

- Hapis cezasını göze alarak gizlice çekim yaptı

Yassıada'da geçirdiği günlerini ve o anlara ait gözlemlerini AA muhabirine aktaran 82 yaşındaki Taşdelen, tarihi bir dönemden geçildiği bilinciyle çok dikkatli olduklarını söyledi. 

6 / 45

Fotoğrafa olan merakı nedeniyle Deniz Harp Okulu'nda fotoğraf çekme görevinin kendisinde olduğunu, bu nedenle Yassıada fotoğraflarını da kendisinin çektiğini anlatan Taşdelen, "Çok önemli günlerde her şeyi düzenleyerek, mizansen yapılarak çekilen fotoğrafların yeterli olmayacağını düşündüm. Menderes, Bayar ve bütün mahkumlar güzel giyinirdi, yataklar düzeltilirdi ve kamuya duyurulmak için fotoğrafları çekilirdi. Yassıada'daki gerçek durumu tespit etmek açısından gizli olmasına rağmen, fark edilmesi halinde ordudan atılma hatta hapis cezası alma ihtimalini bile göze alarak, 400'e yakın fotoğraf çektim." diye konuştu.

7 / 45

Taşdelen, Yassıada'da kendisinden önce görev yapan bir yedek subayın, çektiği fotoğrafları bir gazeteye verdiğini daha sonra yakalandığını, ordudan ihraç edildiğini ve hapis yattığını anımsattı.

8 / 45

Çektiği fotoğraflara ve o güne dair anılarına 2004 yılında yayınladığı kitabında yer verdiğini hatırlatan Taşdelen, "Yassıada'da sadece fotoğraf çekmedim. Orada günlük hayata ait birçok günlük, evrak, obje ve yazıları da sakladım. Ben, yüzbaşılıktan ayrıldım ve sivil hayata intikal ettim." dedi.

9 / 45

Yassıada'da yaşanan bazı olayların, kamuoyuna yanlış aktarıldığını savunan Taşdelen, şu örneği verdi:

10 / 45

"Yassıada'da yemeğe giderken, tek sıra gitme mecburiyeti var. Fatin Rüştü Zorlu sıradan ayrılıyor ve Hasan Polatkan da yürümeye başlıyor. İkisi de aynı davadan yargılanıyor, ikisinin arasında konuşmama emri var. Giderken, gelirken konuşmasınlar diye emir verildi bize. Bu sırada bir muhafız subay, Zorlu'yu uyarıyor tek sıra yürümeleri konusunda. Zorlu da 'Biz asker miyiz, bize emredemezsiniz.' diye karşılık veriyor. Tartışmanın büyümesi üzerine kavga çıkıyor ve muhafız subay, Zorlu'nun gözüne yumruk atıyor."

11 / 45

- "Sükut-u hauale uğradık"

Duruşmaları seyrederken, "bebek davası", "köpek davası" gibi incir kabuğunu doldurmayan şeylerin ortaya çıkarıldığını gördüğünü aktaran Taşdelen, "Sukutuhayale uğradık. Hep deniyordu ki 'Şunu yaptı, bunu yaptı', 'Şu kadar milyar kaçırdılar, şu kadar insan öldürdüler' diyorlardı. Bunların olmadığını da görünce bir sempati, acıma hissi oluştu." ifadelerini kullandı.

12 / 45

Adnan Menderes'in hücresindeki lambada bulunan ortam dinleme cihazı nedeniyle diyaloglarının "Yemek yer misiniz?", "İlacım nerede?", "Mektup geldi mi?" cümleleriyle kısıtlı olduğunu dile getiren Taşdelen, Menderes'e karşı manevi işkence de yapıldığını hatırlatarak, şunları anlattı:

13 / 45

"Mektuplarını çok geç verirlerdi. Bizi ne zaman görse 'Mektup yok mu?' diye sorardı. Doktor günde 3 kez ilaç verileceğini söylerdi. 'İlacım ne zaman gelecek?' diye sorardı, bir tedirginlik içindeydi. Ortam dinlendiği için konuşamayacaklarını işaretle anlattım. Ben o zaman nişanlıydım. Sağ elimdeki yüzüğü görmüştü. 'Seviyor musun?' diye bir işaret yaptı. Ben de ona işaretle yanıt verdim. 3-4 ay sonra yüzüğü sol elimde görünce, yine işaretle 'Evlendin mi?' diye sordu. Ben de ona 'evet' şeklinde yanıt verdim. 

14 / 45

Menderes'in tutukluluğundan beri elinde söğüt ağacından yapılmış bir sigara ağızlığı var. Sigarayı içti, içti ve neredeyse kalmadı. Kendisine Sirkeci'den aldığım yeni bir ağızlık götürdüm. Nöbetim sırasında kendisine verdim ağızlığı. Bana teşekkür etti. Attığı eski ağızlığını onun izniyle aldım. Bu ağızlığı yıllar sonra oğlu Aydın Menderes'e hatıra olarak verdim."

15 / 45

Menderes'in, duruşmalardan ziyade ailesini merak ettiğini belirten Taşdelen, "Tedirgindi. İddianame üzerinde sürekli notlar tutardı. Avukatıyla haftanın 2-3 günü görüşürdü savunmalar için. Menderes idam edildikten sonra şahsi eşyaları valizlere kondu ama o iddianameler atılmıştı, ortadaydı. Ben onları sakladım." dedi.

16 / 45

- Menderes'in intiharını önledi

Yassıada'da görev yaptığı sırada herkesin fotoğrafını çektiğini ancak Menderes'in fotoğrafını çekemediğini ifade eden Taşdelen, merhum Başbakan'ın intihar girişimine ilişkin ise şu anıyı aktardı:

17 / 45

"Bu içime dert oldu. 15 Eylül sabahı duruşmaya çıkacaklar, orada kararlar bildirilecek. Başka bir imkan olmadığı için sabaha karşı çekmek istedim. Koridor nöbeti bana geldi. Kapıyı açtım, içeri girdim uyanmadı. Fotoğrafını çektim, uyanmadı. Tekrar çektim, hiç uyanmadı. Dikkatle baktım ağzından çıkan köpükler yastığın üzerinde toplanmış. Anladım bir anormallik olduğunu. Fotoğraf makinasını sakladım ve sıhhi ekibe bilgi verdim. 10 dakika içinde geldiler, midesini yıkadılar. Bir gün yoğun bakımda kaldı. 17 saat sonra kendine geldi. Komutan tabii çıldırdı, 'kim verdi bu ilaçları?' diye. Nöbette olan üç muhafız subay olarak biz suçlu görüldük. 

18 / 45

Biz sorgulandık ama hiçbir şeyden haberimiz yok. Menderes'i koridora çıkardılar. Nasıl intihar ettiğini anlatmazsa, bizim suçlanacağımız kendisine söylendi. Menderes de bunun üzerine, kendisine verilen ilaçları biriktirdiğini açıkladı. Bu ilaçların bazılarını içtiğini, bazılarını da ceketinin içinde sakladığını söyledi. Ceketini ters çevirdiler. Yere bembeyaz ilaç tozları döküldü. Bu konuşmalar o gün teybe kaydedildi ve bu konu hakkında kendi el yazısıyla yazı da alındı."

19 / 45

- "İdamdan önce prostat kontrolü yapılmış"

Menderes'in idama götürülmeden önce sağlıklı olduğunu tespit etmek adına muayene edildiğini anımsatan Taşdelen, "Büyük hata orada yapılıyor. Birinci büyük hata; 33 ilaç içmiş, 17 saat komada kalmış bir insanın, tık tıkla kalbini dinleyerek, tansiyonuna bakarak muayene edilmesi çok anormal. Tam teşekküllü bir hastaneye götürülmesi gerekirdi. İkinci büyük hata ise ben görmedim ama prostat kontrolü yapılmış. Bu muayeneye ilişkin ses kayıtlarının da olduğu söyleniyor. Bu ses kayıtları devletin elinde var. Yapıldıysa çok büyük ayıp, idamla ne alakası var. Hakaret olarak yapılan, çirkin bir hareket." diye konuştu.

20 / 45

Taşdelen, "Maalesef geleneklerimize ve adetlerimize aykırı olarak gündüz vakti asıldı. O da büyük bir acıdır, faciadır." dedi.

21 / 45

- "Menderes'in yardımını gören kişiler, onun aleyhinde ifadeler verdi"

Menderes'in ailesiyle 2-3 kez görüştüğünü, bu görüşmelerin komutan odasında gerçekleştiğini belirten Taşdelen, sözlerine şöyle devam etti:

22 / 45

"Manevi olarak işkence yapıldığına bir örnektir. Ben, ne zaman görsem o fotoğrafı üzülürüm. Bir aile görüşmesinde eşi, iki çocuğuyla beraber ziyaret ediyor Menderes'i. Mizanseni şöyle yapmışlar. Komutan ortada koltukta oturuyor. Eşi bir tarafında, oğlu bir tarafında oturuyor. Menderes ayakta, böyle gariban gibi duruyor. Bir nevi manevi olarak ona acı çektirmiştir bu durum. Başbakanlık yapmış bir insanın, henüz suçu kesinleşmeden ailesinin yanında küçük düşürülmesini doğru bulmuyorum."

23 / 45

Bazı şair, gazeteci ve yazarların Yassıada'da ifade verdiğini hatırlatan Mehmet Nuri Taşdelen, "Üzülerek söylüyorum... Menderes'in her türlü yardımını gören kişiler, onun aleyhinde ifadeler verdi. İnsanın, vefa konusundaki duyguları tamamen değişiyor." değerlendirmesinde bulundu.

Demokrasinin infazı:  mektup, telgraf ve mesajlardaki 27 Mayıs

 1960 darbesinin ardından idam edilen merhum Başbakan  Fatin Rüştü Zorlu ve  Hasan Polatkan'ın 27 Mayıs 1960 darbesine giden süreçte ve darbenin ardından kaleme aldığı mektuplar, Türkiye'nin yakın siyasi tarihine ışık tutuyor.

Demokrasinin infazı: 27 Mayıs mektup, telgraf ve mesajlardaki 27 Mayıs

Demokrasi ve milli iradeye 27 Mayıs 1960'ta vurulan darbenin etkileri, yargılamalar sırasındaki ifadelerin ve tanıklıkların yanı sıra döneme ait mektuplar ve telgraflar ile de çarpıcı bir şekilde gözler önüne serildi.

Menderes, Zorlu ve Polatkan'ın gerek darbecilere, gerek aile üyelerine hitaben yazdığı mektuplarda, o dönemki siyasi ortam ile idam edilen üç ismin duyguları tüm açıklığıyla dile getirildi.

MENDERES'İN SON MEKTUBU: ONLARA KIRGIN DEĞİLİM...

Merhum Adnan Menderes, idam edilmeden önce cuntacılara hitaben yazdığı mektupta onlara dargın olmadığını belirtti. Menderes, mektubunda şu ifadelere yer verdi:

site:sabah.com.tr adnan menderes ile ilgili görsel sonucu

"Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki 'Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir.' İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950'de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes'in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Buna rağmen duam sizlerle beraberdir."

site:sabah.com.tr adnan menderes ile ilgili görsel sonucu

ZORLU: ALLAH MEMLEKETİ KORUSUN

Dışişleri Bakanı Zorlu ise 16 Eylül 1961'de idam edilmeden önce annesi, ağabeyi ve eşi Emel Zorlu'ya hitaben yazdığı mektubunda, sakin ve huzurlu olduğunu, ailesinin de huzur içinde yaşamasının gönlünü daima rahat ettireceğini dile getirdi.

Zorlu mektubunda, "Bir ve beraber olun. Allah'ın takdiratı böyleymiş. Hizmet ettim ve şerefimi daima muhafaza ettim. Anne! Sevdiklerimi muhafaza edin ve Allah'ın inayetiyle onların huzurunu temin edin. Hepinizi Allah'a emanet eder, tekrar üzülmemenizi ve hayatta berdevam olarak beni huzur içinde bırakmanızı rica ederim. Allah memleketi korusun." ifadelerini kullandı.

VİCDANİ KANAATLERİMİZ SUÇLANDIRILIYOR

Maliye Bakanı Polatkan'ın yargılamalardaki iddialara ilişkin duyguları Yassıada'daki mahkeme tutanaklarına yansıdı. Polatkan, 2 Ağustos 1961'de yazılı verdiği savunmasında, Demokrat Partililerin Anayasayı değiştirmek ve diktatör bir rejime zemin hazırlamakla değil aslında vicdani kanaatleri ve inançları nedeniyle suçlandığını belirtti ve buna karşılık ölüm cezası talep edildiğini vurguladı.

Dünyadaki bütün iyi niyetli insanların mahkeme heyetinin vereceği kararla ilgileneceğini, kararnamede ve iddianamedeki söz konusu maddelerin kendisini ilgilendiren bir yönü olmadığını dile getiren Polatkan, "Bu kararınızı da kendisine inanan insanlara has, tam bir huzur ve imanla karşılamaya amadeyim. Tanrı kararlarınızda size yardımcı olsun ve sizi kararlarınızda isabetli kılsın." ifadelerini kullandı.

DEVLET ARŞİVLERİNDEKİ BELGELER

Mektuplar dışında telgraflar ve mesajlar da Yassıada yargılamalarının seyrine ilişkin fikir verdi.

Yassıada yargılamaları sırasında 29 Agˆustos 1955'te yapılan Londra Konferansı'na Türkiye'yi temsilen katılan Zorlu'nun, Menderes'e "Kıbrıs konusunda hükümetin elinin güçlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmasını talep ettiği" bir telgraf gönderdiği belirtildi ve bu telgraf, "6-7 Eylül olaylarının hükümet tarafından tertip edildiği" iddialarına dayanak gösterildi. Ancak yargılamalar sırasında bahsi geçen telgraf bir tu¨rlu¨ bulunamadı.

Zorlu, duruşmalarda bu telgrafı yalanlamadı, "tedbirler"den kastının diplomatik önlemler olduğunun altını özellikle çizdi ancak mahkeme heyetini ikna edemedi.

Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünde yer alan belgeye göre Menderes, Zorlu'nun bu telgrafına karşılık 27 Ağustos 1955'te gönderdiği mesajda, Kıbrıs konusunda hükümetin asla taviz vermeyeceğini belirterek, "Memleketin büyük bir heyecanla ve yekvücut olarak üzerinde durduğu Kıbrıs davasının görüşülmesinde nokta-i nazarımızı liyakatla müdafaa edeceğinizden emin bulunuyorum." yazdı.

DARBECİ GÜRSEL'DEN MENDERES TEKLİFİ!

Darbeden yaklaşık üç hafta önce 3 Mayıs 1960'ta darbeci Cemal Gürsel, Kara Kuvvetleri Kumandanı sıfatıyla dönemin Milli Savunma Bakanı İbrahim Ethem Menderes'e bir mektup gönderdi.

Devlet Arşivlerinde yer alan mektupta Gürsel, Kayseri'nin Yeşilhisar ilçesinde darbeden 3 ay önce yaşanan ve darbeye zemin hazırlayan olayların vatandaşın ruhunda derin tesir ve hükümete karşı telafisi güç duygular yarattığını, bu durumun küçümsenemeyeceğini, cebir ve şiddetle geçiştirilemeyeceğini belirtti.

Mektupta, "Ülkenin huzur ve istikrarı için alınması gereken tedbir ve kararları arz etmeyi milli ve vatani bir vazife bildiğini" kaydeden Gürsel, Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın istifa etmesi, Cumhurbaşkanlığı görevine ise Başbakan Menderes'in getirilmesi gerektiğini ifade etti.

Gürsel, Menderes'i her şeye rağmen milletin büyük çoğunluğunun sevdiğini, bu sevgiden yararlanıp, kırılan gönüllerin alınması ve millete yeniden güven telkin edilmesi gerektiğini anlattığı mektubunda, yeni kabinenin kurulması, ordunun meseleleri hızlı bir şekilde halletmesi ve din istismarcılığından vazgeçilmesi uyarısında bulundu.

DARBE İÇİN TEŞEKKÜR MESAJI

Darbenin ardından Gürsel'in öncülüğünde kurulan hükümet tarafından, darbeyi yapan Milli Birlik Komitesi'ne (MBK), Bakanlar Kurulu kararınca bir teşekkür mesajı gönderildi. Devlet Arşivlerinde yer alan belgede, "Devlet Başkanı ve Başbakan Orgeneral Cemal Gürsel" imzasıyla gönderilen mesajda, iktidara gelince önceki hükümet döneminde memleket ve milletin nasıl bir karanlığın, felaketin ve kabul edilmez bir utancın eşiğinde olduğunun görüldüğü belirtildi.

Mesajda, MBK, ordu ve üniversitelerin "anlayış ve fedakarlığı kahramanlık mertebesine yükselten bir hareketle faciaya son verdiği ve bunu emsali görülmemiş bir asaletle gerçekleştirdiği" dile getirilerek, "Bu tarihi intikal devresinde vazifeye davet edilmiş olmaktan şeref duyduğumuzu, memleket ve milletin selameti için bütün varlığımızla çalışmaya kararlı bulunduğumuzu Milli Birlik Komitesine bildirmekle bahtiyarız." ifadelerine yer verildi.

24 / 45

25 / 45

26 / 45

27 / 45

28 / 45

29 / 45

30 / 45

31 / 45

32 / 45

33 / 45

34 / 45

35 / 45

36 / 45

37 / 45

38 / 45

39 / 45

40 / 45

41 / 45

42 / 45

43 / 45

44 / 45

45 / 45

1960 Darbesi'nin ardından Yassıada'da görev yapan "muhafız subay"lardan Mehmet Nuri Taşdelen, duruşmaları takip ederken, "bebek davası", "köpek davası" gibi incir kabuğunu doldurmayan şeylerin ortaya çıkarıldığını gördüklerini belirterek, "Sükut-u hayale uğradık. Hep deniyordu ki 'Şunu yaptı, bunu yaptı', 'Şu kadar milyar kaçırdılar, şu kadar insan öldürdüler'. Bunların olmadığını da görünce bir sempati, acıma hissi oluştu." dedi.

Türk demokrasi tarihinde kara bir leke: 27 Mayıs

Türk demokrasi tarihinin kara lekelerinden biri olan 27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden 59 yıl geçti.

 |26.05.2019

Türk demokrasi tarihinde kara bir leke: 27 Mayıs
Türk demokrasi tarihinin kara lekelerinden biri olan ve Türk milletinin vicdanında derin yaralar açan 27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden 59 yıl geçti.

AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, 1946 yılının ocak ayında kurulan ve Mayıs 1950'de halkın büyük desteğiyle iş başına gelen Demokrat Parti (DP), 27 yıllık tek parti dönemini sona erdirdi. DP serbest seçimle iktidarı kazanan ilk siyasi parti oldu.

Seçimlerde DP yüzde 55 oy alarak 416 milletvekili ile Meclis'e girdi. Aynı seçimde CHP 69 sandalye kazanarak hüsrana uğradı.

İlk Demokrat Parti iktidarında Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Refik Koraltan TBMM Başkanı oldu. Birinci Adnan Menderes hükümeti 22 Mayıs 1950 tarihinde göreve başladı.

TÜRK MİLLETİ'NİN REDDETTİĞİ İHTİLÂL!..27 MAYIS 1960..

"Yeter söz milletin" sloganıyla milli irade ön plana çıktı

"Yeter söz milletin" sloganıyla halkın karşısına çıkan Demokrat Parti'nin ilk icraatlarından biri, Arapça ezanı serbest bırakmak oldu. Haziran 1950 tarihinde yapılan düzenlemenin Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından onaylanması neticesinde CHP'nin 1932'de çıkardığı "Türkçe ezan düzenlemesi" tarihe geçti.

Siyaseten güçlü şekilde icraatlara başlayan DP Hükümeti, Haziran 1950'de darbe hazırlığı yapıldığı gerekçesiyle TSK'nin komuta kademesini emekliye sevk etti. Emekliye ayrılan isimler arasında dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Abdurrahman Nafiz Gürman, Kara, Hava, Deniz Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı ile 15 general ve 150 albay yer aldı.

İcraatlar halkı memnun etti

"Milli irade" kavramının odağa alındığı DP döneminde tarımda kullanılan traktör sayısı arttı. Makineleşme nedeniyle yaşanan tarımdaki mahsul artışı halkı memnun ederken, DP iktidarı sanayi, eğitim, sağlık ve ulaştırma konularında önemli adımlar attı.

DP-CHP arasında siyasi çekişmeler yoğun şekilde devam ederken DP'nin CHP'nin taşınır-taşınmaz mallarının Hazine'ye devri için yaptığı düzenleme, 1953 yılında Cumhurbaşkanı Bayar'ın onayıyla yürürlüğe girdi. Söz konusu adımla iki parti arasındaki uçurum derinleşmeye başladı.

Takvimler 2 Mayıs 1954'ü gösterdiğinde, Türk halkı yeniden sandık başına gitti. DP rekor kırarak oyların yüzde 57'sini aldı ve 502 milletvekili çıkardı. CHP ise hezimete uğradı ve sadece 31 milletvekili çıkarabildi. Bu tarihi yenilginin ardından itirazlar yüksek sesle dile getirilmese de oklar İsmet İnönü'ye çevrildi. İnönü de bu süreçten sonra muhalefetin dozunu artırdı.

Krizler başladı

Seçim sonuçları ile gücüne güç katan DP, eş zamanlı olarak ekonomik krizin sinyallerini de almaya başladı.

DP ile TSK arasında gerilimler yaşansa da Başbakan Menderes bunları çözmek için çalıştı ancak ordu içindeki rahatsızlık artmaya başladı.

Parti içi anlaşmazlıklar sonucunda DP'den ayrılan 19 milletvekili, Hürriyet Partisini kurdu. Bu sırada ülkedeki ekonomik kriz, halkta da büyük rahatsızlık yarattı.

6-7 Eylül olayları

Selanik'te Atatürk'ün doğduğu evin yanındaki Türk Konsolosluğu'nun bahçesine atılan iki bombadan birinin patladığı, evin ve konsolosluk binasının camlarının kırıldığı dedikodusunun yayılmasından sonra Ankara, İstanbul ve İzmir'de halk sokağa döküldü.

6-7 Eylül 1955'teki olaylarda, Beyoğlu başta olmak üzere azınlıkların yaşadığı semtlere, kiliselere ve mezarlıklara saldırılar oldu. Bunun sonucunda birçok azınlık mensubu Türkiye'yi terk etti.

Ordunun darbe hazırlığı Menderes'e de ulaştı

DP'nin iktidara gelmesinin ardından bir grup subayın ordu içinde kurduğu cunta, süreç içinde giderek varlığını hissettirmeye başladı.

Ordunun darbe hazırlığı içinde olduğu bilgisi Menderes'e de ulaştı.

DP iktidarına karşı darbe düzenlemek amacıyla bir araya gelen cuntanın bu girişimi, Binbaşı Samet Kuşçu’nun ihbarı ile akamete uğrarken bu olay tarihe "9 subay olayı" olarak geçti.

9 Subay olayı sonrasında Cumhurbaşkanı Celal Bayar, olayın vehametini anlayarak Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin’in istifasını sağladı. Yerine Adnan Menderes’le bir akrabalık bağı olmayan ancak aynı soyadını taşıyan yakın arkadaşı Ethem Menderes getirildi.

Menderes'in uçağının düşmesi krizleri öteledi

Siyaseten gerilimler sürerken yaşanan bir kaza, tüm krizlerin bir süreliğine askıya alınmasına yol açtı. 1959'un şubat ayında, Kıbrıs Anlaşması'nı imzalamak üzere Londra'ya giden Menderes'i ve heyetini taşıyan uçak, Gatwick Havalimanı'na inişe geçtiği sırada düştü.

Menderes kazadan sağ kurtulurken ülkeye dönüşünde hem siyasilerin hem halkın coşkulu karşılamasıyla moral buldu. Bu süreçte Menderes'e yurt dışında birkaç aylığına tedavi edilmesi önerildi ancak Menderes, bu teklifi reddetti.

İnönü'nün "Büyük Taarruz" gezileri



Tüm bu gelişmeler yaşanırken CHP Genel Başkanı İnönü, Nisan 1959'da "Büyük Taarruz" adı verilen bir geziye çıktı. 48 milletvekili, partililer ve gazetecilerden oluşan grubun ilk durağı, Uşak oldu. Heyet burada hükümet tarafından organize edildiği öne sürülen bir grup gösterici tarafından protesto edildi ve İnönü bir göstericinin attığı taşla yaralandı.

Ancak bu olayın tren içinden yapılan bir provokasyon üzerine gerçekleştiği, yıllar sonra İnönü'nün Uşak gezisini izleyen gazetecilerden Güngör Yerdeş'in hatıralarında anlatıldı. Yerdeş, trenden bir şahsın perondaki Demokrat Partililere el hareketi yapması üzerine taş atma hadisesinin gerçekleştiğini, o taşın İnönü'ye değil, el hareketi yapan kişiye atıldığını kaydetti.

Bu saldırının yanı sıra İnönü, İstanbul'a dönüşünde arabasıyla şehre girerken bir grubun saldırısına uğradı, iddiaya göre olaya polis ve asker müdahale etmedi.



Üniversite öğrencilerinin gösterileri



Bu olayların ardından üniversite öğrencileri, hükümet aleyhine gösterilere başladı. İstanbul Beyazıt Meydanı'nda üniversite öğrencilerinin eylemi sırasında Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz, seken bir kurşunun başına isabet etmesi sonucu hayatını kaybetti. Emeksiz'in "polis kurşunuyla hayatını kaybettiği" yönündeki haberler dolayısıyla olaylar daha da şiddetlendi.

Yaşananlar nedeniyle İstanbul ve Ankara'da sıkıyönetim ilan edildi.



Ankara'da 5 Mayıs 1960'da bir öğrenci grubu, ''555K'' yani "5'inci ayın 5'inde saat 5'te Kızılay'da" koduyla gösteri düzenledi.



Menderes, eylemcilere hitap etmeye çalıştı ancak başaramadı. Öğrencilerin arasına girerek konuşmak isteyince, bir öğrenci Menderes'in boğazını sıktı. Menderes "Ne istiyorsun" diye sorduğu gençten "Hürriyet istiyorum" cevabını aldı. Menderes, tarihe geçen "Bir Başbakanın boğazını sıkıyorsun bundan ala hürriyet mi var?" ifadelerini ise burada kullandı.

21 Mayıs'ta da Harp Okulu öğrencileri sokağa çıktı ve Zafer Anıtı'na kadar ''sessiz" yürüyüş yaptı.



Bildiriyi Alparslan Türkeş okudu



Tüm bu gelişmelerin ardından TSK içerisindeki bazı general ve subayların oluşturduğu 38 kişilik Milli Birlik Komitesi, "DP'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü" gerekçelerini ileri sürerek 27 Mayıs'ta sabaha karşı yönetime el koydu.



Kurmay Albay Alparslan Türkeş tarafından 04.36’da Ankara Radyosu’ndan okunan bildiriyle ''ihtilal'' duyuruldu.

Bildiride, şu ifadeler yer aldı:


"Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekata Silahlı Kuvvetlerimiz, partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi, hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır."

Türk demokrasisine kara leke

Milli Birlik Komitesi (MBK) tarafından düzenlenen darbe neticesinde, demokrasi askıya alınırken Türkiye’nin uluslararası alanda itibarı yerle bir oldu.

İlk aşamada 38 kişiden oluşan ve Orgeneral Cemal Gürsel’in başkanlığını yaptığı MBK’nin üye sayısı daha sonra Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun girişimiyle, ordunun yönetimde kalmasını savunan 14 üyenin yurt dışına görevli gönderilmesiyle 23'e düştü.

MBK, her askeri darbede yapıldığı gibi Anayasa ve TBMM'yi feshetti, siyasi faaliyetlerini askıya aldı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, hükümet üyeleri, DP'li milletvekilleri, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun ile asker ve bazı üst düzey kamu görevlileri gözaltına alındı. Tüm tutuklular Yassıada'da hapsedildi.

28 Mayıs’ta Milli Birlik Hükümeti Cemal Gürsel başkanlığında kuruldu.

1 numaralı sanık Celal Bayar

Adeta Türk demokrasisinin yargılandığı davalarda toplam 15 yargıç ve 9 savcı görev yaptı. Yüksek Adalet Divanı’nın başkanlığını Salim Başol yaptığı duruşmalar Yassıada Spor Salonu'nda görüldü.

Celal Bayar 1 numaralı sanık olurken dönemin Başbakanı Menderes ise onun yanındaki sandalyede oturdu.

Türk halkı, demokrasi getireceğini iddia ederek demokrasiyi yargılayan davaları "Yassıada Saati" programıyla radyodan dinledi.

"Düşükler Yassıada'da" filmi

Darbeciler bu süreçte tüm saygı ve terbiye kurallarını hiçe sayarak sanıklara "düşükler" şeklinde hitap etti. Mahkeme süreci devam ederken halk arasında sanıklara kötü muamele edildiği konuşulmaya başlandı.

Darbeciler kendilerini aklamak için "Düşükler Yassıada’da" ismiyle bir de film çekti. Sanıkların Yassıada’ya gidişleri sırasında görüntü çekilmediği için Bayar, Menderes gibi isimlerin yeniden motordan indirilirken ve Ada’ya gelirken görüntüleri çekildi.

Zaten zor şartlar altında ayakta durmaya çalışan Bayar “Ben oyuncu değilim” deyip intihar girişiminde bulundu.

Sanıkların durumunu iyi göstermeye çalışan darbecilerin çektikleri videoda, Menderes için “Poz vermeden edemez, sofrasında kilosu 1000 liraya satılan siyah havyar bulunmamakla beraber Bayar iştahından bir şey kaybetmiş görünmemektedir.” ifadeleri de kullanıldı.

Bu sözlerin yer aldığı videoda ise Menderes’in yüz ifadesi aslında tüm gerçekleri sessiz şekilde haykırıyordu.

Her türlü izanı kaybeden darbeciler, sanıklara ait 37 fotoğrafı açık artırma suretiyle gazetelere ve dergilere o zamanın parasıyla 298 bin 658 liraya sattı.

Bebek ve köpek davaları

Yassıada’daki mahkemelerde ilk davalar "bebek" ve "köpek" davaları oldu. Dönemin Başbakanı Menderes’in opera sanatçısı Aynur Aydan’dan olan çocuğunu bilerek öldürttüğü iddiası, Aydan’ın cesurca Menderes’i savunmasıyla çürütüldü.

Köpek davasında ise Celal Bayar, değeri bilirkişi tarafından bin lira olarak tespit edilen hediye köpeğin, 20 bin liraya hayvanat bahçesine satılması nedeniyle suçlandı.

Bayar o gün mahkemede "Bu kadar küçük bir meseleden dolayı, böyle yüksek mahkemenin huzuruna çıktığım için en büyük cezayı çekmiş bulunuyorum." sözleriyle davaya ilişkin duygularını anlatacaktı.

Yassıada Hakimi Salim Başol: "Başbakan Köşk’te oturmalı mı?"

Bu süreçte Menderes başta olmak üzere bütün sanıklara savunma hakkı tanınmadı. Davalar Hakim Başol’un "Anlatın, buralara cevap verin" sözleri üzerine "Arz edeyim efendim" şeklinde iddialara cevap vermeye çalışan Menderes’in sözleri hep "Kısa kes" cümleleriyle kesildi.

Beş ay sonra ilk kez hakim karşısına çıkarılan Menderes ise ruh halini şu sözlerle anlatacaktı:

"Dört-beş aydan beri tamamıyla tecrit vaziyetinde bulunuyorum ve tek bir odanın içinde ve günün 24 saatinde her saat değişen bir nöbetçi subayın nezareti altında hiç kimse ile konuşmak imkanı mevcut olmamak şartı ile yaşıyorum. Bu itibarla konuşma takatim hakikaten zaafa uğramış bulunuyor."

Duruşmalar sırasında, Başbakanlık Konutu'nun mutfağına tavuk tüylerini temizlemek için alınan "cımbız" bile konu edildi. Başbakanlık Konutu olarak kullanılan Camlı Köşk'teki yabancı devlet adamları ve büyükelçilere verilen yemeklerin neden örtülü ödenekten karşılandığı soruldu.

Bunların israf olduğunu savunan Hakim Başol, "Bir Başbakan illa köşkte mi oturmalı? Barakada oturun! Cımbız, köşkte oturmanın icabı mıdır?" sorularını yöneltti.

Mahkeme heyeti 592 sanıktan 288'i için idam istedi

Yassıada'daki yargılamalar, 14 Ekim 1960'ta başlayıp 15 Eylül 1961'de karara bağlandı. Toplam 19 dosyada toplanan davalar, "anayasayı ihlal" davasıyla birleştirildi.

Tutuklular "vatana ihanet, meclis iç tüzüğünün değiştirilmesi, Kırşehir'in ilçe yapılması, CHP’nin mallarına el koymak"tan suçlu bulundu. Yassıada duruşmalarında 6-7 Eylül olaylarından da DP sorumlu tutuldu.

592 sanıktan 288'i için idam istendi. Kararı açıklayan Yüksek Adalet Divanı, 15 sanığı idam cezasına çarptırdı.

Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, eski Başbakan Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın idam kararları oy birliğiyle alındı.

Celal Bayar hakkındaki karar, yaş haddi nedeniyle müebbet hapis cezasına çevrildi. 

Eski TBMM Başkanı Refik Koraltan, eski TBMM Başkanvekilleri Agah Erozsan, İbrahim Kirazoğlu, eski Tahkikat Komisyonu Başkanı Ahmet Hamdi Sancar, eski Tahkikat Komisyonu üyeleri Nusret Kirişçioğlu, Bahadır Dülger, eski bakan Emin Kalafat, eski milletvekilleri Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman ile eski Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun hakkındaki idam kararları ise oy çokluğuyla alındı.



Aralarında eski bakan, eski milletvekilleri, Tahkikat Komisyonu üyeleri, İstanbul Valisi ile İstanbul Belediye Başkanı'nın da bulunduğu 31 sanık hakkında ise müebbet hapis cezası verildi. Sanıklardan 92 kişiye 20 yıl ile 6 yıl arasında ağır hapis, 94 kişiye 5 yıl ağır hapis cezası verildi. Bazı sanıklar kısa süreli hapis cezasına çarptırılırken bazıları da beraat etti. 



Birçok yabancı ülke lideri, idamların durdurulması için Cemal Gürsel başkanlığındaki Milli Birlik Komitesine defalarca çağrıda bulundu. Bunun üzerine Komite, Celal Bayar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındakilerin idam cezasını affetti. Celal Bayar'ın cezası yaş haddi nedeniyle ömür boyu hapse çevrildi.

Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961'de sabaha karşı, merhum Menderes ise İmralı Adası'nda 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden sağlam raporu alındıktan sonra saat 13.21'de idam edildi.



Yassıada Komutanı Güryay: "Darağaçları İmralı’ya bir ay önce gönderildi"

Dönemin Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay darbeden 25 yıl sonra yapılan bir röportajda o döneme ilişkin önemli bir itirafta bulunacaktı. Mahkemenin sonucunun daha önceden belli olduğunu sinyalini veren Güryay, tarihe geçecek "İdamlardan ne kadar önce gönderildi darağaçları oraya?" sorusuna, "Bir ay önce falan gönderildi" diyecekti.

Güryay, Zorlu için "Fatin Rüştü Zorlu o kadar mertçe gitti ki. Bunu anlatmak mümkün değil. Hoca Kuran okurken yanlışını çıkardı. Çok metin adamdı. Korkmadan, 'Allah memlekete hayır versin' diyerek gitti" ifadelerini kullanmıştı.

İtibarı 1990'da iade edildi


TBMM tarafından 11 Nisan 1990'da kabul edilen bir kanunla Adnan Menderes ve onunla birlikte idam edilen arkadaşlarının itibarları iade edildi. Aynı kanun uyarınca Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun naaşları, 17 Eylül 1990'da İmralı'dan alınarak devlet töreniyle İstanbul Vatan Caddesi'nde yaptırılan anıt mezara taşındı.

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk darbesinin üzerinden geçen 52 yılın ardından 11 Nisan 2012'de TBMM'de Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu kuruldu. Komisyonda, 27 Mayıs 1960 Darbesi ve 12 Mart 1971 Muhtırası Alt Komisyonu da çalışmalarını tamamladı. 

Bu arada, TBMM Hukuk Hizmetleri Başkanlığı, eski Başbakan Adnan Menderes'in idam kararının iptalinin mümkün olmadığı ancak yargılamanın yenilenmesinin uygun olacağı yönünde 2 Ocak 2013'te Dilekçe Komisyonu'na görüş bildirdi.

Görüş yazısında, Yüksek Adalet Divanı kararlarıyla ölüm cezasını oy birliği ile tasdik eden Milli Birlik Komitesi kararlarının TBMM tarafından iptal edilmesinin mümkün bulunduğu ifade edildi. Yazıda, Adalet Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı ve Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü ile yapılan yazışmalar sonucu temin edilecek belgeler ile dosya içeriğinde yer alan belgelerin ayrıntılı tetkiki neticesinde 5271 sayılı Kanun'da sayılan nedenlerin bulunması halinde yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilmesinin uygun olacağı kaydedildi. 



Adnan Menderes'in Yassıada duruşmalarında avukatlığını yapan ve daha önce de TBMM'ye dilekçe sunan avukat Burhan Apaydın, TBMM Hukuk Hizmetleri Başkanlığının ''Yeniden yargılama yapılabilir'' görüşü üzerine, yeni bir başvuruda bulunarak "Yassıada kararlarının yok sayılmasını" istedi.

 

27 Mayıs tarihimize kara bir leke olarak geçen, dönemin Başbakanı Adnan Menderes ile iki Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamıyla sonuçlanan 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin 60. yıldönümü…

Zihinlerde Arapça Ezan yasağını kaldıran Başbakan olarak yer edinen merhum Başbakan Adnan Menderes hükümetine yapılan bu darbe aslında milli iradeye yapılan bir saldırıydı.

Bu haber 189903 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
MHP'de Devlet Bahçeli'nin
MHP'de Devlet Bahçeli'nin "A Takımı" belli oldu
MHP'de Devlet Bahçeli'nin
MHP'de Devlet Bahçeli'nin "A Takımı" belli oldu