Doğunun Fatihi Yavuz Sultan Selim’in destansı hayatı....

Doğunun Fatihi Yavuz Sultan Selim'in destansı hayatı....

Yavuz Sultan Selim, İslam’ın kutsal beldelerini Osmanlı sancağının gölgesine almasıyla tarihin akışını değiştirdi. Hazreti Muhammed’in naaşını kaçırmaya teşebbüs eden Hristiyan dünyasının planlarını boşa çıkaran Yavuz Sultan Selim Han, bundan tam 498 yıl önce vefat etti. Yavuz Sultan Selim, İslam’ın kutsal beldelerini Osmanlı sancağının gölgesine almasıyla tarihin akışını değiştirdi. Hazreti Muhammed’in naaşını kaçırmaya teşebbüs eden Hristiyan dünyasının planlarını boşa çıkardı.

03 Haziran 2019 - 09:34 - Güncelleme: 04 Haziran 2019 - 01:28

Doğunun Fatihi Yavuz Sultan Selim'in destansı hayatı...

03.06.2019 09:33 

1 / 105

Yavuz Sultan Selim 10 Ekim 1470 tarihinde doğdu.

2 / 105

Babası Sultan II.Bayezit, annesi Dulkadiroğulları Beyliği'nden olan Gülbahar Hatun'dur.

3 / 105

I.Selim uzun boylu, geniş omuzlu, iri kemikli, yuvarlak başlı ve pehlivan yapılıydı.  Sert tabiatlı ve cesurdu, 'Yavuz' lakabıda buradan gelmiştir.

4 / 105

Kanun ve nizamın uygulanması konusunda kan dökmekten çekinmemiş, bihassa da sadrazamlarını katletmekle ün yapmıştır.

5 / 105

Özellikle sadrazamlarının icraatlerdeki başarısızlıklarını gizleyip yalan söylemelerini hiç affetmezdi. 

6 / 105

Osmanlı İmparatorluğu, barışçıl bir padişah olan II.Bayezit döneminde 31 yıl savaşlardan uzak bir dönem yaşarken, önce Trabzon'da sonra da Kefe'de sancağında Sancak Beyi olan Şehzade Selim ise bu dönemi hiçte sakin geçirmedi.

7 / 105

Sancak Beyi olan bir Şehzade için, aslında pek normal olmayan bir şekilde, kendi başına karar vererek giriştiği Kafkas Seferinde ,Trabzon Halkını rahat bırakmayan Gürcülerle savaştı.

8 / 105

Gürcüler üzerine düzenlediği üç sefer sonucunda, Kars, Erzurum ve Artvin illeriyle birçok yeri fethederek Osmanlı İmparatorluğu'na kattı.

9 / 105

Onun bu askeri başarıları, yıllardır savaşa hasret kalan Yeniçeriler üzerinde etkili olmuş ve ileriki dönemler de babası ve kardeşleriyle giriştiği taht mücadelesinde Yeniçeriler Şehzade Selim'i desteklemişlerdir.

10 / 105

1512 yılında 42 yaşındayken tahta geçti. Tahta geçmesi de olaylı olmuş, bir bakıma tahtı söke söke ele geçirmiştir.

11 / 105

Babası Sultan II.Bayezit'in yaşlılığından ve uzun zamandır kötü giden devlet işlerinden ötürü saltanatı terk etmesi üzerine harekete geçti.

12 / 105

Gerek Padişah II.Bayezit gerekse devlet erkanı, üç şehzade arasından Şehzade Ahmet'in tahta çıkmasını desteklemekteydi.

13 / 105

Ancak Şehzade Selim, yaptığı hamleler ve Yeniçerilerin de desteği ile tahta oturmayı başardı.

14 / 105

Sultan Selim tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu, sıkıntılı bir dönem yaşıyordu.

15 / 105

Bu bunalımlı dönemin en büyük nedeni, doğudaki Safevi İmparatorluğu idi.

16 / 105

Şah İsmail'in hükümdarı olduğu Şii bir Türk Devleti olan Safeviler, gitgide daha da güçlenmekteydi.

17 / 105

Yavuz Sultan Selim daha şehzadeliği sırasında, devletin bel kemiği Türkmenlerin devletten duyduğu memnuniyetsizliği ve Safevi Devleti'ne yönelmelerini fark etmişti.

18 / 105

Anadolu'daki Osmanlı egemenliğini sağlamlaştırmak ve doğudaki İslam Devletlerini tek bir çatı altında birleştirmek amacında olan Yavuz Sultan Selim, tahta geçer geçmez bu doğrultuda hazırlık yapmaya başladı. 

19 / 105

Tarih iki Türk Devletini karşı karşıya getirmişti. Ancak bir Cihan İmparatorluğu olan Osmanlı'nın, Doğu Anadolu ve Orta Doğu'da hakimiyetini kurmadan batıya açılması mümkün değildi.

20 / 105

Bu durumda Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail'in çatışması, yani 1514'deki Çaldıran Savaşı, kaçınılmaz olmuştu.

21 / 105

"Gökte nasıl bir Allah varsa, yerde de Dünyayı idare eden bir sultan olmalı diyen ve Dünya'yı iki sultana çok gören Yavuz Sultan Selim, Çaldıran'da Şah İsmail'in ordusunu yenerek darmadağın etti.

22 / 105

İran üzerine yürümeye hazırlanırken, Çaldıran Savaşı'ndan yaralı olarak kurtulan Şah İsmail'in, Osmanlı'ya karşı Memlükler'le ittifak yapması üzerine Halep'e yönelen Yavuz Sultan Selim, 1516'da Mercidabık'ta Memlükler'i yenerek bugünkü Suriye, Ürdün, Filistin ve Lüban'ı imparatorluk topraklarına kattı. 

23 / 105

Yavuz bu zaferden sonra da İstanbul'a dönmedi ve Mısır üzerine devam etti. 

24 / 105

Sina Çölü'nü üstün teknik bilgisi ile, ordusunun önünde yürüyerek geçti ve Mısır'a girdi.

25 / 105

22 Ocak 1517'de Ridaniye Savaşı'nda Memlük ordusunu bir kez daha yenerek Mısır Memlükleri'ne ve ona bağlı Abbasi Halifeliği'ne son verdi.

26 / 105

29 Ay gibi kısa bir sürede, Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye gibi payitahtından binlerce kilometre uzakta yaptığı üç ölüm kalım savaşından da alnının akıyla çıkmıştı.

27 / 105

İmparatorluk topraklarını 2 milyon 214 bin kilometre kareden, 

28 / 105

6 milyon 557 bin metre kareye çıkararak üç misli artırdığı gibi, halifelikte Abbasi soyundan Osmanlı soyuna geçmişti.

29 / 105

Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail ve Memlük Devleti'yle yaptığı savaşlardan dolayı, Türk ve Müslüman kanının dökülmesine sebebiyet vermekle suçlanır. Ayrıca Anadolu'da 40 bin Aleviyi katlettiği iddia edilir. 

30 / 105

Ancak değişen Dünya şartlarını okuma başarısıyla Yavuz Sultan Selim, daha 1500'lü yılların başlarında Hint Okyanusu'na yerleşerek İslam Alemi'nin sömürgeleştirilmesi için girişimlere başlayan Portekiz'li sömürgecilere karşı, Memlüklerin direnemeyeceğini görmüş, Hristiyan Avrupa sömürgeciliğinin azgın emellerine karşı durabilmenin tek yolunun, doğudaki bütün İslam Devletlerini tek bir güçlü Devlet altında birleştirmek olduğunu anlamıştı.

31 / 105

Bu sayede daha henüz başlangıçta bu bölgenin ve İslam Aleminin kapıları Avrupalı sömürgecilere kapatılmış ve bir sur gibi dört asır boyunca dimdik durabilmiştir.

32 / 105

Anadolu'daki Türkmen Alevi kıyımıyla ilgili olarakta, yerli ve yabancı tarihçiler 40 bin rakamının çok şişirilmiş bir sayı olduğunu, ordusundaki Yeniçerilerin tamamı Bektaşi olan ve Oğuz Kayı Boyundan Türkmen asıllı bir Padişahın böyle bir katliam yapmasının düşünülemeyeceğini söylerler.

33 / 105

Yavuz Sultan Selim, sert mizacına rağmen çok sevecen ve duyguluydu. Türk ve Fas dillerine hakim, aynı zamanda iyi bir şairdi. Son derece dindar ve mütevazi idi.

34 / 105

Çok bilinen küpeli ve pala bıyıklı resim ona ait değildir. O, süs ve ihtişamdan hoşlanmazdı.

35 / 105

Mısır seferi dönüşünde, oğlu Süleyman'ı süslü elbiseler içinde görünce, "Bre Süleyman, sen böyle giyinirsen anan ne giysin!" dediği bilinmektedir.

36 / 105

Her öğün yemekte tek çeşit yemek yer ve tahta tabaklar kullanırdı. Gösterişten hoşlanmaz, devlet malını israf etmezdi. 

37 / 105

Babasından devraldığı tatminkar hazineyi ağzına kadar doldurdu. Hazinenin kapısını mühürledikten sonra şöyle vasiyet etti: "Benim altınlarla doldurduğum hazineyi torunlarımdan her kim doldurabilirse, kendi mührü ile mühürlesin. Aksi halde Hazine-i Hümayun benim mührüm ile mühürlensin.

38 / 105

Bu vasiyet tutularak, o tarihten sonra gelen padişahların hiçbiri hazineyi dolduramadığından, hazinenin kapısı daima Yavuz'un mührü ile mühürlendi.

39 / 105

Yavuz Sultan Selim, sadece sekiz yıl süren hükümdarlığı süresinde, Osmanlı Devlet'ini maddi ve manevi olarak asırlarca ayakta tutacak sağlıklı bir bünyenin temellerini atmıştı.

40 / 105

Dolu bir hazine, güçlü bir ordu ve iç karışıklıklara son verilmiş bir devlet.

41 / 105

Böylece Osmanlı İmparatorluğu'nun oğlu Kanuni Sultan Süleyman döneminde altın çağını yaşamasına zemin hazırlamıştı.

42 / 105

Yavuz Sultan Selim, batı üzerine sefere hazırlanırken 22 Eylül 1520'de, 'Şirpençe' denilen bir çıban yüzünden henüz 50 yaşında vefat etti.

43 / 105

Erken vefat etmeseydi muhtemelem Balkanların ötesine ve İtalya'ya da ayak basacaktı.

44 / 105

Yeniçeri geleneklerine bağlılığından dolayı sakal bırakmazdı. Kendisini Yeniçerilerin babası olarak görürdü. 

45 / 105

Ölmeden önce en yakın dostu olan Hasan Can'ın, "Şimdi Allah ile olmak zamanıdır Sultanım" sözü üzerine, "Bre Hasan Can, sen bunca zamandır bizi kiminle bilirdin?" diyerek cevap vermişti.

46 / 105

Yavuz Sultan Selim'i saygı, rahmet ve dua ile anıyoruz.

47 / 105

'Osmanlı Tokadı'nın inanılmaz hikayesi...

Osmanlı Tokadı hakkında ilginç bilgiler. İşte Osmanlı Tokadının ortaya çıkış hikayesi!

Silahsız bir savaş sanatı olarak literatürde yerini almıştır. Ancak bu kavramın ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı bilinmiyor.

48 / 105

Bir rivayete göre kuvveti dillere destan olan Osmanlı'nın kurucusu Osman Bey'in bir tartışma sırasında hiddetlenerek attığı bir tokat sonucu, tokadı yiyen kişnin oracıkta ölmesi üzerine söylenmeye başlanmış olduğu iddia ediliyor. 

49 / 105

Tarihçi Murat Bardakçı'ya göreyse 'Osmanlı Tokadı' sözü IV.Murad'ın 1632'deki ayak divanında, Sadrazam Hafız Ahmed Paşa'nın kendisine saldıran iki Yeniçeriyi iki tokatla öldürmesinden gelmekte.

50 / 105

Kavram olarak ne zaman ortaya çıkmış olursa olsun, 'Osmanlı Tokadı' Osmanlı askerlerinin silahsız saldırı yada savunma konusunda her zaman kullandıkları ve geliştirdikleri bir vuruş türü olmuştur.

51 / 105

Etkili bir şekilde atıldığında öldürücü olabilen 'Osmanlı Tokadı' çıkardığı ses ve oluşturduğu basınç  dolayısıyla da oldukça zarar verebiliyor, bunun yanında kulağa denk geldiğinde kulak zarını patlatabiliyordu.

52 / 105

Elin her iki yanıyla da yapılabilen ve muhatabını sersemleten, duruma göre bayıltan yada öldürebilen bu tokat tekniğini kullanan bir askeri sınıf yoktu.

53 / 105

Bütün askerler arasından bileğine güvenen babayiğitler bu tekniği kullanırlardı.

54 / 105

'Osmanlı Tokadı' tekniği tek bir biçimde kullanılmazdı. Duruma, yere, düşmanın zırh yapısına ve dövüşün gidişatına göre uygulanan değişik şekilleri mevcuttu. 

55 / 105

El ve kolun açısız, omuzdan hızla hareketiyle hedeflenen noktaya elle yapılan temasla yapılır, en çok yüzün her iki yanına ve enseye, bilek veya dirsek kırılmadan omuzdan güç alınarak büyük bir hızla atılırdı.

56 / 105

Ancak asıl 'Osmanlı Tokadı' burnu hedef alacak şekilde yüzün tam ortasına, avuç içini germeden burun ucuna denk gelecek şekilde atılırdı.

57 / 105

 Bu şekilde kafatasının göz çukurkarında kalan kısımları kırılarak beyne saplanır, böylece ölüme yol açardı.

58 / 105

Böyle bir tekniğin uygulanmadığı durumlarda bile, hızlı ve çok sert şekilde atıldığı ve çok kuvvetli bir tokat olduğu için boyun kırılmasına yol açarakta öldürebiliyordu.

59 / 105

Bu vuruş tekniğini uygulayabilmek için kuvvetli pazular, güçlü omuz ve boyun kaslarıyla birlikte bu pazuları çok hızlı bir şekilde kullanabilecek yeteneğinde geliştirilmiş olması gerekiyordu.

60 / 105

Ancak bu teknikler, ağır idmanlar, cirit, güreş ve benzeri gibi savaş oyunları ve kılıç kullanma, yay germe talimleriyle kanlı savaş meydanlarında pişen Osmanlı askerleri için rahatlıkla uygulanabilecek tekniklerdi.

61 / 105

Osmanlı ordusunda yer alan her Yeniçeri 'Osmanlı Tokadı' nın tekniklerini bilir küçük yaşta Yeniçeri Ocağı'na alındıktan itibaren yağlı mermerleri tokatlayarak yapılan idmanlarla kendisini geliştirirdi.

62 / 105

'Osmanlı Tokadı' bir Yeniçerinin kılıcından sonra en güvendiği silahıydı.

63 / 105

Savaş esnasında sıkça görülen, silahın elden düşmesi veya kırılması gibi durumlarda 'Osmanlı Tokadı' Yeniçerinin tek silahı haline gelirdi.

64 / 105

Ancak 'Osmanlı Tokadı' daha çok Akıncılar sınıfı içerisinde yer alan, 'Deliler' adı ile anılan efsanevi savaşçılar ile özdeşleştirilmiştir.

65 / 105

Deliler at üzerinde veya yaya olarak ordunun en önünde yer alırlar, savaş sırasında en önden gidip, ellerinde sadece bir kalkanla, hatta kimi zaman o bile olmaksızın çıplak elle, sille tokat düşmana saldırırlardı.

66 / 105

İri yarı, güçlü, 20-25 yaş arasındaki gözünü budaktan sakınmayan, yürekli ve korkusuz gönüllüler arasından seçilirlerdi.

67 / 105

Bu 'Azaplar' ıslatılmış mermer üzerine çıplak elle tokat atarak talim ederlerdi.

68 / 105

Zamanla avuç içleri nasır tutar ve iyice kuvvetli hale gelirlerdi.

69 / 105

Bu tokatların muhatabı sadece düşman askerler değil, askerlerin atlarıda olurdu.

70 / 105

Osmanlı'nın savaştığı topraklarda yapılan araştırmalarda, bulunan birçok insan ve at kafatasında tokat izlerinin olduğu gözlenmiştir.

71 / 105

Kazılar esnasında, kafa tası içerisine yani beyne doğru göçmüş insan iskeletlerine, hatta metal miğferlerde bile el izlerine rastlanmıştır.

72 / 105

Bu izler de 600 yıl boyunca düşmanı titreten 'Osmanlı Tokadı' nın ne denli şiddetli bir vuruşa sahip olduğunu göstermektedir.

73 / 105

74 / 105

75 / 105

Osmanlı padişahları bilinmeyenleri ve eski Türk hükümdarları Mete Han ve Atilla'ın hayranlık uyandıran özellikleri...

76 / 105

Osmanlı'nın kıtlık zamanında bile yardım elini uzatmayı bildiği tarihi olay...

Zat-ı Şahaneleri Osmanlı Mülkünün Sultanı Abdülmecid Han’a

Aşağıda imzası bulunan biz İrlanda eşrafı, siz zat-ı devletlerinin mağdur ve perişan İrlandalılara karşı gösterdiğiniz alaka ve geniş kereminiz dolayısıyla minnet ve en derin şükranlarımızı arz için müsaade istirham ediyoruz. Yine ahalimiz adına ihtiyaçlarımızın görülmesi için siz zat-ı şahaneleri tarafından yapılan bin sterlinlik nakdî yardım sebebiyle teşekküre cesaret eyliyoruz.

77 / 105

Avrupa'nın en batısında, 4 bin 500 kilometre uzağımızda, tarih boyunca hiç karşı karşıya gelmediğimiz bir memleketin insanlarının, bugün Topkapı Sarayı Arşivi'nde muhafaza edilen üç-beş satırlık teşekkür mektubu, aslında ciltler dolusu kitaba sığmayacak bir insanlık örneğinin en açık ifadesiydi.

78 / 105

Yıl 1847 İrlanda

O dönemde Birleşik Krallık'ın bir parçası olması rağmen İngiltere tarafından tam bir sömürge gibi yönetilen İrlanda'nın, en önemli geçim kaynağı patatesti.

79 / 105

1845'te Amerika'dan gelen zehirli bir mikroskobik mantarın, patates ürününün üçte birini yok etmesiyle başlayan kıtlıkta, ertesi yılda ürünün %80'i tarlalarda çürüdü.

80 / 105

İrlanda halkının, açlıktan tohumluk olarak ayırdığı patatesleride yemesi sonucu, kıtlık 1847'de zirveye ulaştı.

81 / 105

Büyük kıtlık, 1845-1852 yılları arasında kitlesel ölümlere ve göçlere neden olmuştu.

82 / 105

O dönem 8 milyon civarında olan nüfus, açlıktan dolayı gerçekleşen ölüm ve göçler nedeniyle 5 milyona kadar düşmüştü. İrlanda halkı açlıktan kırılıyordu.

83 / 105

Amerika Kıtası'nda yaşayan yoksul kızılderili kabilesi Çoktavların bile aralarında 170 dolar toplayıp İrlanda halkına destek olmaya çalıştığı bu dönemde İngiltere ve sömürgelerinden elde ettiği zenginlikler sayesinde oldukça parlak günler geçiren Avrupa'nın büyük ülkeleri bu faciaya tamamen kayıtsız kalmışlardı.

84 / 105

O günlerde Osmanlı İmparatorluğu'da büyük ekonomik sıkıntılar ve sorunlarla uğraşmaktadır.

85 / 105

Ancak tarihten gelen Türk yardımseverliği burdada kendini gösterir ve Sultan Abdülmecid, kendisine yapılan herhangi bir yardım talebi olmamasına rağmen harekete geçerek, İrlanda halkına o dönem için oldukça önemli bir rakam olan 10 bin sterlinlik yardımda bulunmak istediğini büyükelçi aracılığı ile İngiltere Kraliçesi Victoria'ya bildirir.

86 / 105

Fakat dönemin, üzerinde Güneş batmayan imparatorluğu zengin İngiltere'nin kendi tebaası olan İrlanda halkı için gönlünden kopan, ancak 2 bin sterlin olmuştur.

87 / 105

Kendisinin ancak 2 bin sterlin yardımda bulunduğu İrlanda halkı için, Osmanlı'nın 10 bin sterlinlik yardım yapmak istemesi, Kraliçe Victoria'yı rahatsız eder.

88 / 105

Buna izin verilemeyeceğini ve miktarın düşmesi gerektiğini bildirir.

89 / 105

Neticede Osmanlı bağışı, kraliçenin baskısıyla bin sterline indirilir.

90 / 105

İngiltere kraliçesinin kendi topraklarına dahil bir bölgeye, Osmanlı İmparatorluğu tarafından yapılmak istenen para yardımını engellemesi ve yardım miktarını onda bire düşürmesi, tarihe ibret verici bir olay olarak geçmiştir.

91 / 105

Ancak Sultan Abdülmecid bununla yetinmez. 

92 / 105

Muhtemel siyasi gerilimleri ve ulaşım güçlüklerini de göze alarak, 4 bin 500 kilometre uzaklıktaki İrlanda'ya muhtelif gıda malzemeleri, tahıl ve tohum yüklü üç gemi dolusu insani yardım gönderir.

93 / 105

İngiltere bunuda engellemek için elinden geleni yapar. Gemileri İrlanda'nın başkenti Dublin limanına sokmaz.

94 / 105

Ancak Osmanlı gemileri, ne yapar ne eder getirdiği yardımı Dublin'e 50 kilometre uzaklıktaki Drogheda limanına boşaltmayı başarır.

95 / 105

Osmanlı'nın bu alicenaplığı açlıktan, kıtlıktan ve hastalıktan kırılan İrlandalılara bir nebze olsun derman olmuş, pek çok kişiyi ölümden kurtarmıştır.

96 / 105

İrlandalılar ve Drogheda halkı bu yardımı hiç unutmaz.

97 / 105

İrlanda 1923 yılındaki Lozan görüşmeleri sırasında, tüm ülkelere karşı Türkiye'yi destekler.

98 / 105

İrlanda temsilcisinin toplantılar sırasında, ünlü şairiniz Yahya Kemal'e söyledikleri ilginçtir: 

99 / 105

"Biz bir yandan açlık ve kıtlıktan kırılıp, bir yandan salgın hastalıklarla boğuşurken diğer Avrupalılardan hiç bir yardım ve destek görmedik. Ama sizin Osmanlı dedeleriniz, yardım olarak hem para hem de gemiler dolusu erzak gönderdiler. O zor günlerde bize insanca, dostça uzanan bu eli asla unutmayacağız. Siz her zaman desteklenmeye layık bir milletsiniz. Bunu çok iyi hak ediyorsunuz."

100 / 105

1995 yılında Drogheda kentinin kuruluşunun sekiz yüzüncü yılı sebebiyle yapılan törende, Drogheda belediye başkanı Frank Godfrey tarafından yaptırılan şükran plaketi, bu yardımı ölümsüzleştirmek adına Türk gemicilerin misafir edildiği eski belediye binasının duvarına çakılır.

101 / 105

2010 yılında Türkiye'yi resmen ziyaret eden ilk cumhurbaşkanı olan Mary McAleese'de düzenlediği basın toplantısında şu sözleri söylemiştir:

102 / 105

"Bir milyon İrlandalının hayatını kaybettiği büyük açlık döneminde, Türk halkının bize nasıl yardım ettiğini çok iyi hatırlıyoruz. İrlanda halkı bu eşine az rastlanır bonkörlük girişimini asla unutmadı."

103 / 105

Kaderin hoş bir cilvesi, Osmanlı gemilerinin yardımı ulaştırdığı Drogheda kentinin sembolüde, Osmanlı bayrağı gibi Ay Yıldızdı.

104 / 105

1919 yılında kurulan kentin futbol takımı Drogheda United'ın amblemi de yine Ay-Yıldızdır.

105 / 105

Takma adı 'Türkler' olan bordo-mavili Drogheda United Futbol Takımı, 2012 yılında Trabzonspor ile kardeş takım olmuştur.

Yavuz olmasaydı Hazreti Peygamber’in naaşını Avrupa’ya kaçıracaklardı!

Yavuz Sultan Selim, İslam’ın kutsal beldelerini Osmanlı sancağının gölgesine almasıyla tarihin akışını değiştirdi. Hazreti Muhammed’in naaşını kaçırmaya teşebbüs eden Hristiyan dünyasının planlarını boşa çıkaran Yavuz Sultan Selim Han, bundan tam 498 yıl önce vefat etti.

Kısa sürede yaptıkları ile dünya tarihinin akışını değiştirmiş olan cihangir Yavuz Sultan Selim tarihin kurucu aktörlerinden biridir

Kısa sürede yaptıkları ile dünya tarihinin akışını değiştirmiş olan cihangir Yavuz Sultan Selim tarihin kurucu aktörlerinden biridir

 

    Yavuz Sultan Selim İslam’ın kutsal beldelerini Osmanlı sancağının gölgesine almasaydı tarih çok başka şekilde cereyan edebilirdi. Zira Portekizli deniz komutanları ellerini çabuk tutup Yavuz’dan önce kutsal toprakları ele geçirmek için plan üstüne plan yapıyorlardı. Sonunda Osmanlı planı kazanacaktı.

    Yavuz Sultan Selim 1470 babası II. Bayezid’in sancak beyi olarak bulunduğu Amasya’da doğdu. Osmanlı belgelerinde adı Selim Şah diye geçen Sultan Selim daha kendi döneminde sert mizacı, cesareti ve ataklığı sebebiyle “Yavuz” lakabıyla tanındı. Küçük yaşlarda başladığı özel eğitimine on yaşlarında iken dedesi Fâtih Sultan Mehmet’in özel ilgisi de eklenince dünya tarihinin akışını değiştirecek bir cihangir olacaktı.

    Yavuz’un Doğu Seferi sırasında kaplan avını tasvir eden bir minyatür.

     

    Yavuz Sultan Selim'i tasvir eden bir minyatür.

    Bilinen ilk görev yeri ise Trabzon sancağıdır. 1487’de geldiği Trabzon’da 1510 yılına kadar yaklaşık yirmi dört yıl sancak beyliği yaptı. Şehzade Selim’in Trabzon’daki idarecilik yılları ona ileride kısa sürecek saltanatı için çok iyi bir tecrübe kazandırdı. Burada iken sınır boylarındaki gelişmeleri, özellikle Gürcü prensliklerinin ve Osmanlı Devleti için büyük bir siyasî-dinî mesele oluşturacak olan Şah İsmail’in faaliyetlerini dikkatle takip etti. Bu konuda devlet merkezini bilgilendiren raporlar yazdı. 1508 Gürcü kralına karşı yaptığı bir seferde büyük başarı kazandı ve babası tarafından takdir edildi.

    Şah İsmail’in 10 bin kişilik ordusunu dağıttı

    Şehzade Selim aslında bütün dikkatini Şah İsmail üzerinde yoğunlaştırmıştı. Babasından Safevîler’e karşı sert önlemlere başvurması için aldığı emirler üzerine de sancağının güney sınırlarında bir dizi askerî harekâta girişmekten geri durmadı. İspir ve Bayburt’u zaptedip Erzurum’a kadar olan yerlerin emniyetini sağlamaya çalıştı. 1507’de Şah İsmail’in Erzincan’da 10 bin kişilik ordusunu tamamen dağıttı.

    Osmanlı tahtına giden yol

    Trabzon’da iken babasının hükümdar olarak gücünün giderek zayıfladığını, özellikle Amasya’da bulunan ağabeyi Ahmed’in taht için en başta gelen aday sıfatıyla öne çıktığını farkeden Şehzade Selim bu oldubittiyi kabullenmedi. Böylece bir taraftan kardeşleri, diğer taraftan babasıyla taht için zorlu bir mücadeleyi göze almaktan çekinmedi. Trabzon’da kazandığı başarılar her tarafta duyulmuş, şahsında gazâ bayrağının yeniden açılacağı, devleti zor durumda bırakan Safevî tehdidinin ancak onun sayesinde bertaraf edilebileceği propagandası yapılmaya başlandı. Bilhassa âdeta iktidarın belirleyicisi durumundaki yeniçeriler arasında adı öne çıktı.

    Şehzade Selim, oğlu Süleyman için sancak talebinin istediği gibi karşılanmaması üzerine babasına sert ifadelerle dolu bir mektup yolladı. Bu mektup, onun alenî olarak taht mücadelesinin taraflarından biri olduğunu ve dikkate alınması gerektiğini gösteriyordu. Bir müddet sonra Selim artık iktidarı zorla ele geçirmeye karar verdi.

    Bu sırada II. Bayezid’in hastalığının arttığı şâyiaları ve Şehzade Ahmed’in tahta geçmek için hareket ettiği haberleri Selim’i harekete geçirdi. Önce Kefe’ye hareket eden Selim buradan 3 bin kişiyle Edirne’ye doğru yola çıktı.

    Yavuz olmasaydı Hazreti Peygamber’in naaşını Avrupa’ya kaçıracaklardı

     OYNAT 01:30

    Yavuz olmasaydı Hazreti Peygamber’in naaşını Avrupa’ya kaçıracaklardı

    Yavuz Sultan Selim, İslam'ın kutsal beldelerini Osmanlı sancağının gölgesine almasıyla tarihin akışını değiştirdi. Hazreti Muhammed'in naaşını kaçırmaya teşebbüs eden Hristiyan dünyasının planlarını boşa çıkaran Yavuz Sultan Selim Han, bundan tam 498 yıl önce vefat etti.
     

    Çukurçayır denilen yerde babasıyla karşı karşıya geldi. Burada babası tarafından yatıştırıldı ve kendisine Semendire sancağı verildi, Macarlar’la savaşması için izin çıktı. Ayrıca II. Bayezid, hayatta bulunduğu müddetçe şehzadelerden herhangi birini saltanat makamına geçirmeyeceğine dair söz verdi. Selim, Edirne’den ayrılıp Semendire’ye hareket ettiğinde ağabeyinin saltanat makamına çağrıldığını haber aldı ve hemen geri dönüp Edirne’ye girdi, ardından babasına yetişerek Çorlu’ya geldi. Uğraşdere mevkiinde II. Bayezid’in kuvvetleri âni bir saldırıyla Selim’i geri çekilmeye zorladı. Güçlükle kurtulabilen Selim, Ahyolu’na ulaştığında etrafında 3 bin kişi bulunuyordu. 1511 yılında Kefe’ye dönmek zorunda kaldı. Bununla birlikte İstanbul’da yeniçeriler Selim’i desteklediklerini açıkça ilân ettiler. II. Bayezid, 1512’de Selim’i asâkir-i mansûre serdarlığına getirdi. Bu gelişmeler üzerine İstanbul’a hareket eden Selim, II. Bayezid’ın ağır baskı karşısında tahtından oğlu lehine feragat etmesi ile dokuzuncu Osmanlı hükümdarı olarak tahta çıktı.

    Yavuz Sultan Selim resmen saltanatını ilân ettikten sonra ilk iş olarak iktidarını sağlamlaştırmaya çalıştı. Tahta ortak olabilecek kardeşleri Ahmed ve Korkut’u bertaraf etti.

    Büyük fetih hareketi

    Tahtı devraldığında 2.375.000 km2 olan Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km2'si Avrupa'da, 1.905.000 km2'si Asya'da, 2.905.000 km2'si Afrika'da olmak üzere toplam 6.557.000 km2'ye çıkardı.

    Padişahlığı döneminde Anadolu'da birlik sağlandı; halifelik Abbasilerden Osmanlı Hanedanı'na geçti. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek ve Baharat Yolu'nu ele geçiren Osmanlı, bu sayede doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına aldı.

    Mekke ve Medine'nin hizmetkârı Yavuz Sultan Selim

    Mısır Seferi sonucunda kutsal topraklar Osmanlı hâkimiyetine girdi. 6 Temmuz 1517'de Kutsal Emanetler (Emanet-i Mukaddese) denilen ve aralarında Muhammed'in hırkası, dişi, sancağı ve kılıcı da bulunan eşyaları, Hicaz'dan Yavuz Sultan Selim'e gönderilmiştir. Böylece 29 Ağustos 1516'da Hilafet Abbasi soyundan Osmanlı soyuna geçti.

    Yavuz Sultan Selim'in, Ayasofya Camii'nde yapılan bir törenle, son Memlük halifesi III. Mütevekkil'den halifeliği devraldığı Yavuz Sultan Selim dönemindeki eserlerde yer almadığı ve daha sonra 18. yy'ın sonlarında kaleme alınan bir yabancı eserde yer aldığı ve buradan diğer eserlere geçtiği söylenir. Bazı tarihçiler ilk halife olmadığını, daha önceki padişahların da halife ünvanını kullandıklarını ve Ayasofya Camii'nde merasim yapılmadığını söylemişlerdir. Kutsal toprakları aldığı zaman oradaki idarecilerin kullandığı Hakimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hakimi) sıfatını uygun görmeyip kendini Hadimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hizmetkârı) ilan etmiş, Kendi deyimiyle Hadim-i Haremeyn-i Şerifeyn (Haremeyn-i Şerifeyn), yani Mekke ve Medine'nin hizmetkarı unvanını devraldı.

    1512'de tahta çıkan Sultan Selim, 22 Eylül 1520'de Aslan Pençesi (Şirpençe) denilen bir çıban yüzünden henüz 49 yaşındayken hayatını kaybetti.

    Yavuz olmasaydı Hazreti Peygamber’in nâşını Avrupa’ya kaçıracaklardı!

    1150’lerde Hazreti Muhammed’in naaşını kaçırmaya teşebbüs eden Hristiyan dünyası, yaklaşık üç buçuk asır sonra bu işi yeniden denemeye kalktı ama çabaları yine boşa çıktı. Portekizli Amiral Alfonso d’Albuquerque’in planladığı bu ikinci girişim, 1510’lu senelerde sahneye kondu.

    Doğu’ya uzanan ticaret yollarını ellerine geçirmek isteyen Portekizliler, Memlükler’in denizcilikteki bu zaafından istifade ederek Arabistan Yarımadası’nda stratejik mevkiler elde etmeyi başardılar. Portekizli Amiral Alfonso d’Albuquerque, daha da ileri giderek Hazreti Muhammed’in Medine’deki kabrini Hristiyan topraklarına kaçırmak gibi sinsi bir plan kurdu. Hazreti Muhammed’in naaşını kaçırabildiği takdirde İslam dünyasının moralini yerle bir ederek zamanla Kudüs’e de hâkim olabileceğini düşündü. Ama Osmanlılar’ın Memlükler’i tarih sahnesinden silerek Ortadoğu’ya ve bütün kutsal topraklara hâkim olmaları bu planı bozdu.

    Hindistan Genel Valisi Albuquerque, Portekiz Kralı Don Manoel’e yazdığı mektupta Peygamberimizin naşını (the body of Mohammad) kaçırmayı planladığını yazmıştı. (Kaynak: F. C. Danvers, The Portuguese in India, cilt I, London 1894.) Öte yandan Goa’yı ele geçirmek uzun döneme yaydığı planlarının ilkiydi. 1510’da bu emeline nail olacaktı.

    Yavuz Sultan Selim Han'ın ölüm döşeğindeki konuşması

    Yavuz Sultan Selim Han, şirpençe denilen bir hastalığa tutulmuştur ve ahirete göçme vakti yaklaşmıştır. Ateşler içinde döşeğine uzanmış, hekim de tedavi için başucunda durmaktadır.

    Hekim, padişahı kontrol eder, yüzündeki ifade pek hoş değildir. Sadrazam, hekimbaşına “Durumu nasıl?” diye sorar. “Hiç iyi değil” cevabını alınca Sadrazam, “Peki ne yapacağız ne tavsiye edersin?” der.

    Hekimbaşı, “Efendim artık ilaç, tedbir kâr etmez, iş Allah Teâlâ’ya kalmıştır, hastaya ve size tavsiyem Allah (CC) zikriyle meşgul olmanızdır” diye cevap verince o anda kendinden geçmiş zannettikleri Sultan Selim Han gözlerini celalli bir şekilde açıp hekimbaşına bakarak adeta gürler.

    “Hekimbaşı, hekimbaşı! Seni edebe davet ederim, sen bu mübarek emanet ve vazife altındayken bizim Allah Teâlâ’nın zikrinden gafil olduğumuzu mu düşünürsün? Cenâb-ı Hakk şahidimdir ki her umurumda (yaptığım işlerde) daima Allah’ı (CC) zikretmişimdir.

    Rabb’ime hamd ü sena olsun ki şu illet (hastalık) gelmezden evvel de, beni yatağa düşürdüğünde de bir an olsun Cenâb-ı Hakk’ın zikrini bırakmadık. Ben hakkıyla zikredemediğim için Allah Teâlâ’dan istiğfar ediyorum ama sen de derhal bu sözünden tövbe ve istiğfarda bulun, zira bu da bir nevi gaflettir, feraset yoksunluğudur. Zikreden bir kulda bu nevi irfansızlıklar olamaz, olmamalıdır” diyerek ölüm döşeğinde bile etrafını ikaz ve irşadda bulunur.

    Şii olan Şah, aynı zamanda 13. yüzyılda ortaya çıkan bir yola, Hayderî-Kalenderî tarikatine bağlıydı ve kulağındaki küpe de bu inancının belirtisidir.

    Yavuz Sultan Selim'in sandığımız bu resim aslında kimin?

    Yavuz Selim bahsinin geçtiği hemen her kitapta, hükümdarın mutlaka kulağı küpeli bir tablosunun fotoğrafı da yeralır. Ama bu tablo aslında Yavuz’a değil, İran Şahı İsmail’e aittir. Küpe, Şah İsmail’in Şiiliğinin yanısıra Hayderî-Kalenderî dervişi olmasının sembolüdür ve Hayderîler bu küpeye “mengûş” derler.

    Bu haber 202617 defa okunmuştur.

    YORUMLAR

    • 0 Yorum
    Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
    İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
    Milyonlara temmuzda enflasyon zammı! Emekli ve memurun yüzü gülecek! Kök maaş ve en düşük maaş değişiyor 
    Milyonlara temmuzda enflasyon zammı! Emekli ve memurun yüzü...
    ALLAH (C.C.)
    ALLAH (C.C.)